İngiliz kraliyet ailesinde yaşanmış en dramatik suskunluğun hikayesi. Baskı ve şiddete uğramış bir çocuk kral adayından, bir krala giden yol… Bu yolda korkuları ile yüzleşen kralın yaşadıkları… Tüm bunları, krallarının kekemeliğini yutkunarak izleyen İngiliz toplumu… Savaşın eşiğindeki İngiltere’ nin yeni kralı VI. George ‘ un kendisiyle savaşı.
BAFTA’ da ödüllere boğulan filmin Oscar’ dan da ödüllerle ayrılacağı kesin gibi. Haketmiyorda değil. Hem senaryosu hem bunu başarıyla destekleyen görsel yapısı ile övgüye değer bir film. Yanına bir de Colin Firth (VI. George) , Helena Bonham Carter ve Geoffrey Rush gibi oyuncuların başarılı duruşları eklenince seyrine doyulmaz bir hikayede buluyorsunuz kendinizi. Filmdeki tüm karakterlerin çok iyi işlenmiş olması, olay örgüsündeki sadeliği ve iddiasız duruşu ile de film size kendini izlettiriyor.
TOM HOOPER
Monarşinin sağlıklı devamı için, York dükü Albert’ in kekemeliğini bitirmeye fazlasıyla azmeden konuşma bozuklukları uzmanında Geoffrey Rush, filmin en akılda kalan karakteri olmuş kanaatimce. Bizler -keyifle izlediğim Panama Terzisi dahil- onu nerede izlediysek oyunculuğu ile göz doldurduğuna tanık olduk. Çocukları ve ailesi ile yaşadığı edebi / entellektüel ilişkisi, işi ve işindeki kuralları ve prensipleri ile monarşiye sadık İngiliz orta sınıfının bir üyesi olan Lionel Longue karakterinde de bunu başarmış…
Filmin ülkemizdeki gösterim adı “Zoraki Kral”… “The King’s Speech” yerine fazlasıyla zorlama bir isim olmuş. Filmdeki kral zoraki değil de daha çok zor durumda ki bir kral… Tacını giyerken yapacağı konuşmaya hazırlanan kekeme kral bunu aşabilecek mi? Onu, İngiltere kapılarına dayana Hitler’ e karşı halkının moralini yükseltmek için yapması gereken zorlu moral konuşmaları bekliyor olacak… Ve sonra, kendi sesini arayan kralın yanı başında beliren entellektüel bir terapist…
Krallık kuralları terapi odasında geçmeyecek…
Krallar kekelemez…
Ve tabi ki Colin Firth… Filmin ilk dakikalarından sonuna kadar hemen her sahnede görünen oyuncu, tadında ve dozunda oyunu ile tüm bu övgüleri hakettiğini ıspatlıyor. Fazla olmadı zaten, daha bu yıl “Yalnız Bir Adam’” da büyülemişti seyirciyi.
Lafı uzatmanın bir anlamı yok. Tom Hooper dizi deneyimlerinden sonra yaptığı bu uzun metrajında çok iyi bir iş çıkarmış. Gerçi şu İngiliz Karaliyet ailesi hikayeleri son zamanlarda biraz gözümüze fazla sokulmaktaydı ama varsın öyle olsun.
Oscar’ a adaymış, BAFTA’ ları süpürmüş boşverin siz… Film izlemek için bu fırsatı kaçırmayın…
İyi seyirler…
Bu Eleştiriyi Paylaşın!