Film Eleştirisi, Sinema, Film eleştirileri, Film kritik, Film yorum
Film Eleştirisi, Sinema, Film eleştirileri, Film kritik, Film yorum


Son Veda
Yazan : Özgür APAK

Son Veda
Yönetmen
Yôjirô Takita
Senarist
Kundo Koyama
Oyuncular
Masahiro Motoki
Tsutomi Yamazaki
Ryoko Hirosue
Kazuko Yoshiyuki
Kimiko Yo
Tür
Dram
Yapım
131dk. Japonya, 2008

 

 

Sinemanın plastik olanından sıkıldıysanız; patlayan arabalar, komplo teorileri, dünyayı kurtarma safsatalarından size gına geldiyse, gerçek bir samimiyetle çekilmiş ve küçük öyk






Açıkçası Japon sinemasına çok da aşina değilimdir. Sevdiğim bir yönetmen sevdiğim birkaç film haricinde kültürel olarak kendime pek yakın bulamadığımdan Japon sinemasını çok sevemedim… Büyük Usta Akira Kurosawa’yı saymazsak takip ettiğim hiçbir yönetmen yoktur Japon sinemasından… Kurosawa ise ülkesinin sınırlarını aşıp/kırıp tüm dünyada sayılan “author” yönetmen sınıfına girmiş ve çok sevdiğim yönetmen Andrei Tarkovsky’ nin günlüklerinde “Ustam” nitelemesini kullandığı büyük bir yönetmendir.

Departures (Okurubito), beni öncelikle afişi ile kendisine çekti. Nefis bir karlı dağ manzarası önünde, yemyeşil otların üzerinde, takım elbisesi ile çello çalan bir insan; umuda dair çok şeyler söylemektedir. Masmavi gökyüzü ve pırıl pırıl bir güneş de cabası…

İşte böyle bir umut ışığı ile izlemeye başladım filmi. Film bir cenaze evinde, ölünün tabut için hazırlanması sahnesi ile açılıyor. Bu ritüel öyle teatral bir şekilde sahneleniyor ki huşu içinde izledim. Öldükten sonra tıp fakültesinde öğrencilere bilgi kaynağı olacak bir kadavra olmayı istiyorum; bu yüzden bu tür ölüm ritüelleri bana göre değil. Ancak bir kültürel duyarlılık olarak izlenmesi, bende gerçek bir terapi duygusu uyandırdı… Üstelik tabuta konulduktan sonra Japonya’da geleneksel olarak yakılacağı halde, böylesine bir ritüel hazırlanması işi daha da hayranlık verici kılıyor.
Filmin konusu kısaca şu şekilde: Filmin başrolünde oynayan Masahiro Motoki, canlandırdığı karakterle tamamıyla  örtüşen bir oyunculuk sergilemiş. Biraz beceriksiz, biraz eli ayağına dolanan ama içinde hiç kötülük olmayan, sevgi dolu bir adam. Filmde Japonya’da büyük bir senfoni orkestrasında çello sanatçısı olarak çalışmakta/çalmaktadır. Lakin orkestra özel bir orkestradır ve konserlere ilginin düşük olması nedeniyle kapatılır/dağıtılır. Böylece çok fazla para vererek almış olduğu üst model çellosunun borçlarını ödeyecek gelirden mahrum kalır. Evlidir ve eşinin de öyle bir geliri yoktur. O kırılma anında her şeyi bırakıp köyüne dönmeye karar verir ve eşi de onunla birlikte gelir. Gittiği köyde iş arar ve bir Tabut Hazırlama ajansında iş bulur… Yôjirô Takita

Filmlerin konularını yazmadaki sıkıntı budur işte: Bu şekilde okunduğunda, okuyucuda “eee ne ki şimdi bu?” hissiyatı uyandıracak olan bu tarz anlatımlar da yazar bilir ki, çok ayrıntıya girmek demek güzelim filmi bir senaryoya, sinopsise indirgemek demektir. Yapamayız, yapmamalıyız…
Ancak şunu diyebiliriz; öyle güzel ve öyle samimi bir film ki bu, izlerken kendinizden de bir şeyler bulacaksınız… Hayır bunu da diyemeyiz; kendinizden bir şeyler bulmak zorunda olmadığınız gibi bulmaya çalışırken bize bu kadar uzak olan bir kültürel ortamda, bir şeyler bulmakda zorlanabilirsiniz de… Ama şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki: Sinemanın plastik olanından sıkıldıysanız; patlayan arabalar, komplo teorileri, dünyayı kurtarma safsatalarından size gına geldiyse, gerçek bir samimiyetle çekilmiş ve küçük öyküsünü; büyük söylemlere bulaşmadan, samimi bir şekilde anlatan bu filmi izlemelisiniz…
Çellocunun çaldığı müziklerle desteklenen dramatizasyon neredeyse kusursuz. Hatta bazı sahnelerde Japonların garip olaylara karşı geleneksel tepkileri bize ne kadar ters gelirse gelsin hiç rahatsız etmiyor. Yadırgayıcı ya da yargılayıcı olmadan izlerseniz önünüze gerçek bir sinema filmi açılıyor…

Elbette ki Alain Corneau’nun yönettiği “Tous Les Matins Du Monde” (Dünyanın tüm sabahları) kıvamında ya da türünde bir film değil bu… Çellocunun müzikle bu filme kattığı şey bir katarsis etkisinden ziyade kendisi ve geçmişini hatırlamaya yönelik bir tutkuyla alakalı… Babası tarafından terkedilmiş küçük bir çocuğun geçmişini ayakta tutma, unutmayı istese de aslında unutmamayı temenni etmesi ile alakalı…

Son olarak yine tekrar ediyorum ki, siz de benim gibi Angelopoulos’un “Sinema hızla yozlaşan dünyaya karşı elimizde kalan son silahımızdır…” sözüne inanıyorsanız bu filmi izleyiniz; elbette ki “Tous Les Matins Du Monde” filmini de…


Bu Eleştiriyi Paylaşın!