Irkçılık gibi psikolojik, sosyo ekonomik ve sosyolojik boyutları olan bir durumu konu edinmişseniz, doğru cevapları veremiyor olsanız bile doğru sorular soruyor olmanız filmin derinleşmesini olanaklı kılabilir...
Köstebek, Nate Foster(Daniel Radcliffe) isminde ideolojist bir FBI ajanının Neo-Nazi terörist bir grubun içine sızışını ve gelişen olayları konu ediniyor. Nate sosyal becerileri zayıf ama empati yeteneği yüksek, oldukça zeki ve işe yarar bir şeyler yapma uğraşında olan genç bir FBI ajanıdır. FBI filmin geçtiği dönemde (11 Eylül saldırıları sonrası) İslami terör üzerine yoğunlaşmıştır ancak terörün radikalleşmiş başka örgütler tarafından da bir tehlike olabileceğini fark eden ajan Angela Zamparo(Toni Collette) ırkçı, aşırı sağcı, beyazların üstün olduğuna inanan bir grubu mercek altına almıştır. Nate’i bu grubun içine sızması için ikna eder ve olaylar gelişir.
Yönetmenliğini Daniel Ragussis’in üstlendiği filmin senaryosu gerçek bir hikayeden geliştirilmiş. Gizli ajan konulu filmlerin seyirciyi çekme sebeplerinden en önemlisi, gizli görevin getirdiği gerilimleri ve heyecanları yaşama isteği olsa gerek. Köstebek bahsedilen gerilimi, türün sıklıkla kullandığı yöntemlerle sağlamaya çalışmış. Hollywood filmlerinde neredeyse klasikleşmiş yarı karanlık mekanlar ve gölgelemelerin kullanımıyla filmin atmosferik yapısı oluşturulmuş. Yönetmen bu aydınlatma tekniğini tercih ederek görüntüsel olarak bir estetik sunsa da bu tekniğin Hollywood dünyasında sıkça tercih edilmesi nedeniyle tabiri caiz ise kalıpları yırtamamış. Mekan tercihleri anlatıma pek katkı sağlamasa da kostümler bu eksiliği giderebilecek ölçüde özenli yaratılmış. Deneyimli oyuncu kadrosu karakterlerle uygun bir görüntü oluşturmuş.
Hikayesi gerçek bir FBI ajanı olan Michael German tarafından yazılan filmin senaryolaştırılmasını yönetmen Ragussis üstlenmiş. Senaryo ritmiyle ve aksiyonuyla “kurallara” uygun yazılmış olsa da birçok türdeş filmde gördüğümüz eksiklik bir kez daha karşımıza çıkıyor; konuyu yeterince derinleştirmemek ve dışsal çatışmaların içsel çatışmalardan çok daha fazla kullanılması... Irkçılık gibi psikolojik, sosyo ekonomik ve sosyolojik boyutları olan bir durumu konu edinmişseniz, doğru cevapları veremiyor olsanız bile doğru sorular soruyor olmanız filmin derinleşmesini olanaklı kılabilir. Fakat ana akım sinema kültürü bu filmde de olduğu gibi konuyu derinleştirmektense beylik cümleler kurup kompleks bir olguyu basitleştirme çabası içerisinde. Adolf Hitler’in “Sözler, keşfedilmemiş diyarlara giden köprüler kurar” cümlesi filmin düsturu olarak belirlenmiş ama sözlerin yayılımı, manipülatif olarak kullanımı ve sözlerin gücü yeterince iyi örneklendirilememiş. Yönetmen Ragussis bir Neo-Nazi’nin neden öyle biri olabileceğiyle ilgili fikirlere sahip olsa da bu fikirleri derinleştirmenin bir yolunu bulamamış. Film ırkçılığı sadece mağdur olma psikolojisinin üstüne yıkarak sorumluluk almaktan kaçınmış. Yönetmen aynı şekilde Nate’in iç çatışmalarını, gizli bir ajanda görülebilecek kişilik bozukluları ve tramvaları neredeyse hiç görselleştirmemiş. Sözün gücü film boyunca olumsuz anlamda kullanılırken, sonunda bir anda pozitife evriliyor ve düsturun gücü klişeleşmiş bir şekilde sağlama alınmaya çalışılıyor.
Köstebek, senaryo ve derinlik açısından çok bir şey vaad etmese de, oyunclukları ve aksiyonuyla izlenebilir bir film.
Bu Eleştiriyi Paylaşın!