Film Eleştirisi, Sinema, Film eleştirileri, Film kritik, Film yorum
Film Eleştirisi, Sinema, Film eleştirileri, Film kritik, Film yorum


Kış Işığı
Yazan : Sezgin TUNÇ

Kış Işığı
Yönetmen
Ingmar Bergman
Senarist
Ingmar Bergman
Oyuncular
Ingrid Thulin
Gunnar Bjornstrand
Tür
Dram
Yapım
İsveç, 1962

 

Kış Işığı, Ingmar Bergman’ın Sessizlik (1963, Tystnaden, The Silence) ve Aynadaki Gibi (1961, Sasom i en spegel, Through a Glass Darkly) filmleri ile beraber ‘oda üçlemesi’ olarak bilinen üçlem






Ingmar Bergman’ın tanrı-insan ilişkisi ve tanrının varlığı yokluğu meselesine ilişkin en ünlü filmi kuşkusuz 1956 yılında çektiği Yedinci Mühür’dür. Birçok sinemasever Bergman’ı bu filmiyle tanımıştır ve yönetmenin ismi zikredilince de daima bu filmi akla gelmiştir. Hatta daha da ileri gidecek olursak bu film, dünya sinema tarihindeki tanrı temalı birkaç en meşhur filmden biridir. Bununla beraber fikrimce yönetmenin en derin dinsel temalı filmi olan Kış Işığı (1962, Nattvardsgästerna, Winter Light), Bergman filmografisinde biraz gerilerde kalmış ama bir o kadar da sağlam bir film. Öyle ki, bu filminde yönetmen Yedinci Mühür’den çok daha doğrudan ve derin bir biçimde Tanrının varlığı yokluğu meselesine yoğunlaşır, üstelik bunu yaparken Yedinci Mühür’ün tersine hikayeyi ikinci plana iter. Dahası, Kış Işığı’nın neredeyse bir öyküsü yok gibidir, seyircinin merakla beklediği bir olay örgüsünden ve olaydan söz edilemez. Öykü yalnızca temanın bir uzantısı, işlenmesine yardımcı bir araçtır. Filmdeki tüm olaylar, sorgulamaların ve çıkmazların su yüzüne çıkmasına neden olan ayrıntılar gibidir adeta. 

Küçük bir taşra kasabasında rahip olan baş karakter Thomas, yıllar önce karısını kaybetmiş ve bu olay onu derinden etkilemiştir. Hayatı boyunca iyiliğin, iyinin yanında olmaya çalışarak İspanya İç Savaşında da görev almıştır. Daima yaratıcıya gönülden inanmıştır. Ancak artık Thomas’ın kendi içinde hesaplaştığı ve onu cevapsız sorulara sürükleyen inanç problemleri vardır. Özellikle Tanrının bitmek bilmez suskunluğu, onu bir yaratıcının olmadığı hissine yöneltmeye başlamıştır. Nitekim film boyunca aslında inanmak isteyen ancak Tanrının sessizliği daha fazla dayanamayan ve sonunda da onun varlığını reddeden bir görüntü çizer. Thomas’ın acı içerisindeki ruh halinin yegane sebebi Tanrının sessizliğidir.

Filmde Thomas’ın inanç sorunları olan ve intiharı düşünen bir balıkçıyla olan görüşmesi çarpıcıdır. Balıkçı Berrson, inancı sürüncemede, yılgın ve umutsuz bir adamdır. Karısı onu bu düşüncelerinden kurtulması için rahibin huzuruna getirmiştir. Görüşmenin başında Thomas hemen her din adamı gibi sakin, çözümcü ve iyimser yaklaşır. Fakat bir süre sonra kendisi de aynı inanç çıkmazında olduğu için çözülmeye başlar. Tedirgin edici bir şekilde kendi iç hesaplaşmalarını, büyük bir yaratıcının aslında olmadığını balıkçıyla paylaşır. Bu sinir boşalması sonucu balıkçı odayı kafasındaki sorular çok daha büyümüş bir halde terk eder. Bergman, bu sahnede kamera hareketlerini oldukça yumuşak ve yerinde bir biçimde kullanmış, çok başarılı kaydırmalar ve çerçevelemelere imza atmıştır. Sahnenin sonunda ise Thomas kameraya şunu söyler: Tanrım neden beni terk ettin?

Özünde iyi kalpli biri olduğu anlaşılan Thomas, eski sevgilisi öğretmen Martha ile olan ilişkisinde ise biraz acımasız, soğuk ve bencildir. Bu yönleri onu klasik bir Bergman karakteri yapar kuşkusuz.  Özellikle Martha’nın rahibe yazdığı mektubu seyirciye okuma sahnesi oldukça etkileyicidir. Bu sahnede Martha yazdıklarını seyirciye yani kameraya bakarak melankolik bir biçimde okur. Ingmar Bergman, bu tip hesaplaşma, içini dökme veya sorgulama sahnelerinde zaman ve mekan mefhumundan tamamen kopuk, yarı düşsel bir biçimde seyirciyle doğrudan iletişime geçilen bir üslup kullanmayı seven bir yönetmen. Nitekim Yaban Çileklerinde bir sınıfta geçen sorgulama ve sınav sahnesi hemen hatırlanacaktır. Yine de yönetmen Kış Işığında bu tip iletişimsizlik sorunlarına pek takılmaz ve temelde odak noktasına hep Tanrı sorunsalını yerleştirir. 
Filmin son bölümünde Thomas ayin öncesi kilisenin zangocuyla sohbet eder. Bitkin ve tükenmiş bir ruh hali içerisindedir. Bedensel bir engelinin olduğunu anladığımız ve Quasimodo’yu çağrıştıran zangoç, Tanrı ve İsa üzerine konuşmaya pek hevesli görünür. Rahipten okumak için İncil almış olan zangoç, İsa’nın çilesinin anlatıldığı kısmı abartılı bulduğunu belirtir. Dahası, kendisinin İsa’nın dört saatlik işkencesine göre çok daha uzun süre bedensel acı çektiğini anlatır. Thomas ise hiçbir şekilde karşılık vermez, zangoç devam eder ve İsa’nın  yaşadığı en büyük acının ne olduğunu açıklamaya girişir. İsa, çok büyük bedensel acılar çekmiş olmasına rağmen asıl acısını ölmek üzereyken çekmiştir. Son ana kadar Tanrıyı bekleyen İsa hiçbir şekilde inancını yitirmemişti. Öğrencileri onu aldatmıştı, herkes ona sırt çevirmişti ama o Tanrısına daima güvendi. Ancak nefesini verdiği son anda Tanrının suskunluğunun bozulmamasıyla kendi inandığı şeyin de gerçek olmayabileceğini anladı ve “Tanrım neden beni terk ettin?” diye seslendi. Zangocun bu açıklamaları aslında filmin ikinci kilit noktasını oluşturuyor. İlkinde Thomas balıkçının karşısında çözülme yaşamış ve yine aynı sözü zikretmişti.
Yönetmenin Kış Işığı’nda özetle söylemek istediğinin şu olduğuna inanıyorum: “Evet sanırım inanacak bir Tanrı yok. Ama olsa ne güzel olurdu!” Buna benzer bir temayı kendine dert edinen sinema tarihinde çok fazla yönetmen bulunduğunu düşünmüyorum. Andrei Tarkovsky’nin İz Sürücüb(1979, Stalker) ve Kurbanb(1986, Sacrifice) filmleri de keşke inanacak bir Tanrı olsaydı meselesini ciddi biçimde dert edinen en önemli filmler konumunda.

Kış Işığı, Ingmar Bergman’ın Sessizlik (1963, Tystnaden, The Silence) ve Aynadaki Gibi (1961, Sasom i en spegel, Through a Glass Darkly) filmleri ile beraber ‘oda üçlemesi’ olarak bilinen üçlemeyi oluşturuyor. Oda filmlerinde çok uzun film süreleri tercih edilmiyor, öykü genellikle az sayıdaki kısıtlı mekanda geçiyor, karaketer sayısı az ve film zamanı ile gerçek zaman arasındaki fark sınırlı oluyor. Kış Işığı’nda da bu tipik özelliklerin hepsi göze çarpıyor. Yine Bergman sinemasına has şık kompozisyonlar, çerçevelemeler, yakın çekimlerin bolluğu, yüzlere ve ellere odaklanan kamera, ışığın ve gölgenin kusursuz kullanımı, yumuşak kaydırmalar ve yerinde kamera hareketleri de Kış Işığı’nda bolca bulabileceğimiz sinematografik lezzetler. Max von Sydow,  Gunnar Björnstrand,  Ingrid Thulin,  Gunnel Lindblom,  Allan Edwall gibi Bergman’ın pek çok filminde tekrar tekrar çalışmayı tercih ettiği isimleri yine kamera karşısında izlediğimiz Kış Işığı’nı derinlere dalmaktan zevk alabilen her sinemasevere şiddetle öneriyorum. 
 


Bu Eleştiriyi Paylaşın!