Film Tarkowski filmlerinden alışık olduğumuz siyah beyaz sinemanın, keskin ve etkileyici gri tonları ile tasarlanmış uzun bir sekans ile başlıyor. Sefillik içindeki maden ocaklarına değinen bu etkileyici giriş sizi önünüzde duran filmin yetkinliği açısından uyarıyor.
“Kelebeğin Rüyası” sadece hikayesi ile merak konusu değildi. Aynı zamanda bir dönem filmi olması onu görsel tasarımları açısından da önemli kılıyordu.
Devletin köylüyü maden ocaklarına zorunlu işçi olarak hapsettiği yıllar…
1940′da ilan edilen sıkıyönetim ve çıkarılan “Milli Koruma Kanunu” ile ülkemizde oluşan “zaruret” e binaen getirilen “Çalışma Mükellefiyeti“.
Konuya filmde inceden değinecek olan Yılmaz Erdoğan kendi başına bile bir filme konu olabilecek cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanmış olan bu zaruri rezalete göndermelerde bulunuyor. Yılmaz Erdoğan’ın kamerası tereddütsüz, korkusuz… Ama bu sizi endişelendirmesin, görüntüyle olan ilişkisi artık olgunlaşmış bir yönetmen var karşımızda.
1991′in kaotik yıllarında Van’da baskılar altında ”zaruret” e binaen Türkçe çekilen ardından Kürtçe dublajlanan ”Siyabend-û Xecê” (Siyabend ile Hatice) filmi ile başlamış sinema macerası Erdoğan’ın. Sinemada ki bu ilk rolü olan Xece’nin (Hatice) abisi rolünü hatırlatıyor bir röportajında Yılmaz Erdoğan, bu filmi hala izleyemediğini de belirterek. Ardından çok ciddi karakterlere hayat vererek oyunculuğa devam etti. “Bir Zamanlar Anadolu’da” (2011) ve “Gergedan Mevsimi”nde (2012) göz dolduran ve akılda kalıcı karakterlere hayat verdi. Filmleri, dizileri, tiyatro biyografisi dolu dolu olan sosyo-politik bir karakter ve etkileyici bir yönetmen Yılmaz Erdoğan.
“Kelebeğin Rüyası” yokluğun, yoksulluğun ve hastalığın kol gezdiği yıllara şiirsel ve sınıfsal bir bakış açısı. Behçet Necatigil’ i dozunda ve rahatça oynayan Yılmaz Erdoğan dahil hemen tüm oyunculuklar harika. Kıvanç Tatlıtuğ’u agresif aşık ve romantik bir şair olarak kim hayal edebilirdi ki? Şair Muzaffer Uslu rolünde bazen yüksek perdeden olsa da çok iyi… Büyük oyunculara özgü, role göre bedenini de dizayn edecek kadar oyunculuğunu içselleştirmiş bir Kıvanç Tatlıtuğ var karşımızda. Mert Fırat ise her sinemaya girişimizde reklam kuşağı ile bizi selamlayan ve yüzünü özlemek istediğimiz başarılı bir oyuncu. Başarılı… Ama sinema camiasında her oyuncu popülizmin aşındırıcı erozyonundan kendini koruyamayabiliyor. Mert Fırat belki de bu yüzden Rüştü Onur rolünde her perdeye çıktığında filmden ve dönem algısından sizi koparan bir unsura dönüşüveriyor. Bir yönetmen için tehlikeli bir oyuncu için riski çok yüksek bir durum. Ama her şey bir yana tıklayarak sizinde dinleyebileceğiniz ”Sen Varken” şiirinde olduğu gibi sesini şiire başarıyla uyarlayan bir oyuncu olarak ona da hakkını teslim etmeli. Ve son olarak; Yılmaz Erdoğan’ın Belçim Bilgin ısrarı bu filmle de devam ediyor. Ancak Suzan rolünde en iyi oyununu çıkarıyor diyebiliriz.
Şairler, burjuvazi, köylüler ve maden işçisi köleler… Tüm bunların aşkla harmanlandığı bir hikayede derbeder hayatları ile savrulan şairler… Gerçek şairlerin kurgusal biyografileri. Sefalet ve zenginliğin ve sınıflar arası çatışmaların dramatik sonuçları…
Bir deneyimli kalemin elinden kaçırılmayacak sinema olayı…
Bu Eleştiriyi Paylaşın!