Kendini doğadan başka hiçbir yere ait hissedemeyen, erkek egemen toplumda tek başına bir kadın olmanın verdiği zorlukla mücadele eden, bir tarafa göre örgüte ihanet eden bir kaçak, bir tarafa göre vatan haini olan 17 yaşındaki bir kızın öyküsü, Jin.
Bir Reha Erdem eseri olan “Jin” Kürtçede kadın anlamına gelmekte. Film ilk bakışta günümüzün acılı kavgasına dair politik kaygı taşır gibi gözükse de, aslında öne çıkan şey Reha Erdem’in önceki birçok işinde olduğu gibi doğa temasıdır. Buna ek olarak “ataerkil toplumda kadın olmak” da vurgulanmıştır.
Filmin açılışında gergin bir müzik eşliğinde doğayı görüyoruz. Ağaçları, çiçekleri, böcekleri, hayvanları, doğaya ait olan her şeyi görüyoruz. Daha sonra aniden patlamaya başlayan bombalar ve silahlar gördüğümüz her şeye zarar vermeye başlıyor. Ağaçların dalları kırılıyor, yuvasından çıkan kertenkele geri dönüyor, yılan deliğine giriyor. Yani filmin hemen açılış sahnesinde bu savaşın asıl zararı doğaya verdiği anlatılıyor.
Örgütten kaçıp ormanda saklanan karakterimiz doğayla bütünleşmiş durumda. Geyikle karşılaşma sahnesindeki özdeşleştirme, kuşun yumurtasının tekini geri bırakma, insanın özünün nereye ait olduğuna dair mesajlar vermekte.
Kuş çığlık çığlığa bağırmaktayken kızın bir yumurta alıp ağaçta saklandığı sahnede bölgeye askerler girer. Kuşun bağırtısı askerlerin dikkatini çeker ve o bölgeye bakarlar. Kız ağacın arkasına siner ve saklanır. Daha sonra askerler bir türkü söylemeye başlar, kuş susar. Kızın ağacın arkasındaki o bakışı, sahnedeki duyguyu harika bir şekilde vermiş ve kavganın anlamsızlığına değinilmiş.
Karakterimiz bir sahnede üzerinde örgütle özdeşleşmiş kıyafetler ve silah varken bir çobandan ekmek ister ve çoban korka korka verir. Bir diğer sahnede, köyde girdiği bir evden almış olduğu kıyafetlerle olan karakter, çobanla yine karşılaşır. Çoban yalnız duran kızı tanıyamaz ve sarkıntılık etmeye başlar. Burada tolumda kadına bakış ve güç kavramının insan tavırlarına nasıl etki ettiği işlenmiş.
Tek başına olan karakterimiz, yalnızlığın, özellikle de bir kadının yalnızlığının getirdiği birçok tehlikeyle karşı karşıya. Bu tehlikelerin tümü de insanlardan, erkeklerden gelmekte. Mağarada bir ayıyla, vahşi bir leoparla karşılaşan karakterimiz onlardan hiçbir zarar görmemiş, hayatta kalma mücadelesinde birbirlerini anlayabilmişlerdir. Ancak rastladığı hemen hemen her erkek onun bu yalnızlığından faydalanmak istemiş ve ona zarar vermeye çalışmıştır.
Çapa yapanlarla beraber çalışmaya giden karakter, erkeklerin yaptığı taş çekme işini yaparak toplumdaki genel kadın yargısına bir göndermede bulunmuştur.
Ayrıca kıyafet ve giyecek almak için girdiği bir köydeki evden coğrafya kitabı alması ve bunu zaman zaman ormanda, mağarada okumaya çalışması gözden kaçmaması gereken bir ayrıntı.
Filmin neredeyse son yarım saati yaralı bir asker ve kızın arasındaki ilişkiyle geçiyor. Bu sahnede de izleyicide, süren kavganın ne kadar anlamsız olduğuna dair bir duygu oluşuyor.
Kızın vurulup öldüğü son sahnede, tek dostu olan doğa ve hayvanlar onun etrafına toplanıyor. Burada da filmin genelindeki bakış açısında yansıtıldığı gibi insanın gerçek yerinin neresi olduğunu görüyoruz.
Birçok filminde çevre kaygısı taşıyan Reha Erdem, “Jin”de de bunu sürdürmüş ve doğacı, feminist bir esere imza atmış. Az diyaloglu, uzun planlı, görseli zengin, insanı empatiye zorlayan bu film mutlaka izlenmeye değer.
Bu Eleştiriyi Paylaşın!