Nawal’ın kafasını yastığa koyduğunda kendisini bir muhtaç kadın rolünde görmek istememesi, onu bu yolda tek başına mücadele vermeye iten etkenlerden biri.
Amjad Al Rasheed’in ilk uzun metraj filmi olan İnşallah Erkek Olur, aynı zamanda dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapan ilk Ürdün filmi olma özelliğini taşıyor. Ülkesinin Oscar adayı olan film; ikinci çocuğuna hamile kalmak isterken birdenbire kocasını kaybedişinin ardından evini de kaybetme riskiyle karşı karşıya kalan Nawal’ın miras konusunda çıkmaza girişini ve özgürlük mücadelesini anlatıyor. Nawal’ın bir erkek çocuğa sahip olmaması, miras konusunda onun karşısına güçlü bir sorun olarak çıkıyor. Kararlı bir kadın olan Nawal’ın, içinde bulunduğu coğrafyanın kadını konumlandırdığı yer ve hukuki engeller karşısında duygu ve eylemlerinin nasıl iç içe geçtiği, derin muhakemelerinin ne denli güçlü işlendiğini gözler önüne seren etkileyici bir yapıt İnşallah Erkek Olur.
Ürdünlü genç yönetmen Amjad Al Rasheed, İran sinemasında da örneklerini çokça gördüğümüz gibi tamamen karakter merkezli bir anlatım dilini tercih etmiş. Ana karakter Nawal üzerinden şekillenen neden-sonuç ilişkileri, çerçeveyi genişletiyor ve bize karakterle beraber izleyicinin de yüzleşmek zorunda kaldığı ürkütücü bir toplum panoraması çiziyor. Nawal, kocasının ölümünden sonra miras hakkından yararlanabilmesi, kocasından kalan malların kocasının kardeşlerine değil de kendisine kalabilmesi için bir erkek çocuğa sahip olması gerektiğinin mücadelesiyle baş başa kalıyor.
Deyim yerindeyse kitabın ortasından ve sert başlayan bu film, izleyicinin daha filmin başından Nawal tarafında yer almasını sağlıyor. Nawal, geçimini durumları gayet iyi olan bir ailenin evindeki yaşlı anneye bakarak sağlıyor. Ancak tüm bu hayat mücadelesinin içinde erkek egemen ve katı kuralları olan toplumun bireyi olarak hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Yeri geldiğinde kendi erkek kardeşinden dahi beklediği desteği alamayan Nawal, rahmetli kocasının kardeşi olan Rifqi’nin ağzından, kendisine kocası adına borç olduğunu öğrenmekle kalmıyor, Rifqi’nin hem o borçları hem de mirastan kalacak olanları kendi tarafına istemesiyle mücadele veriyor. Nawal’ın erkek egemen dünya karşısında söz hakkı olabilmesi için bir erkek çocuğuna sahip olma gerekliliği ise izleyiciyi ters köşeye yatıran, anlatılan coğrafyanın sevimsiz çıkmazıyla yüzleştiren bir gerçek. Toplum ve gelenek kavramlarının gergin ikliminde ilerleyen filmde yönetmen Amjad Al Rasheed, ana karakter Nawal’ın anlatılan coğrafyadaki manevi yerini de irdeliyor. Kocasını kaybettikten sonra Nawal’ın zamanında maddi olarak da destek verdiği ve şimdilerde kızıyla birlikte yaşadığı ev hakkında resmi bir hak iddia edememesi, Nawal’ın, eşinin ölümünden sonra toplumdaki yerini de hüzünlü ve çaresi güç bir pencereden sorgulatıyor.
Nawal’ın, ölen kocasından kalan kamyoneti, içinde hapsolduğu bu labirentten kurtulmak için satma fırsatı olmasına rağmen inatla satmaması ise Nawal’ın verdiği ve vereceği mücadelenin bir bayrağı olma niteliği taşıyor. Hassan adındaki iş arkadaşı ile olan durumu ise Nawal’ın kendi içinde verdiği ahlaki bir muhakeme sunuyor. Hassan’ın tüm kalpten tavırlarına ve birlikte yuva kurmak istemesine karşılık, Nawal’ın kafasını yastığa koyduğunda kendisini bir muhtaç kadın rolünde görmek istememesi, onu bu yolda tek başına mücadele vermeye iten etkenlerden biri. Nawal’ın kendi ve kızının geçimini sağlamak için çalıştığı evde, ailenin Hristiyan kızı Lauren’in hamile olmasına rağmen kocasının kendisini aldatması üzerine bebeğini istememesi ve Nawal’ın bir erkek çocuğa ihtiyaç duyması onları aynı zamanda çaresiz bir kaderin ortağı yapmakla kalmaz, birbirlerinin çıkarları için plan yapmaya da iter. Nawal, Lauren’den miras konusundaki davanın gidişatını etkilemek adına kendi adını kullanarak hamilelik testi yaptırmasını ister. Lauren ise buna karşılık Nawal’dan, doğurmak istemediği bu çocuğu aldırmak için kendisine yardım etmesini bekler. Ancak her iki taraf da bu plandan büyük bir yıkımla ayrılır. Tüm umutları tükenen ve çaresi kalmayan Nawal’ı bu baskıdan kurtaracak tek bir mucize kalmıştır ve o mucize gerçekleşir.
Nawal, Ürdün veya Arap coğrafyasında yaratılan katı kuralların sonucunda psikolojik şiddete maruz kalanlardan sadece biridir. Adeta bir temsilci. Hangi coğrafyadan olunursa olunsun, bu filmde anlatılanları içselleştirmemek mümkün değil. Çünkü güçlü oyunculuk performansları, anlatılan dünyayla yüzleşmenin ve bu dertleri hissedebilmenin gerçekliğini oldukça derinden yaşatıyor. Bu da filmin senaristlerinden olan Amjad Al Rasheed’in yönetmenlikteki başarısını gözler önüne seriyor.
Bu Eleştiriyi Paylaşın!