Karanlık şehir… Yalnızlık… Ve kaybeden olmak… Barınacak yeri olmayan açlık sınırında yaşayan zorunlu ziyaretçiler…
Avrupanın kendince ‘baş belası’ göçmenlerinin sorununa alabildiğine içerden bir bakış… Avrupa medeniyetinin göbeğinde yaşanan sefalete, öylesine gerçekçi yaklaşıyor ki Inarritu; tek kelimeyle sert bir filme imza atmış.
Sadece İspanya’ nın değil ne yazık ki Avruba Birliği’ nin tüm ülkelerinin kapısında bekleyen yüz binlerce insan… Kaçak yollardan girmeyi deneyen, bu uğurda ölen binlercesi… Başaranları ise bekleyen trajedi… Hiçbir şey onlar için ‘güzel’ olmayacak…
“Paramparça Aşklar ve Köpekler” (2000), “21 Gram” (2003) ve “Babel” in (2006) yönetmeni, hikâye sihirbazı Inarritu, çok fazla dolandırmadan söylemiş anlatmak istediğini…
Dünyanın her yerini paralayan yağmacı ekonomilerin, dünyanın en uzak yerlerinde bile yarattığı çatışmalar ve savaşlar ile fakirleşen insanlar.. Kendine binlerce yıl yetebilmiş toplumların içine sızan bu yağma, yerlerinden kaldırıp insanları bu medeniyet sanılan kaotik mega-kentlerde parça parça ediyor. Tam anlamıyla yağmacı bu büyük ekonomilerin kurbanları… Globalleşen dünyanın vatansızları: göçmenler… Kucağındaki bebeğinin açlığından başka kaygısı olmayan bir annenin gözlerinde ki korku…
Her şey kirlenmiş, her şey ‘çirkin’… Kapılarına kadar gelen zorunlu göçmenlerin bu hallerinin sorumlusu kendileri değilmiş gibi kayıtsız seyreden sömürge imparatorluklarının kalıntıları, Avrupa iktidarları. AB’ nin tüm kademelerinde bu iktidarlarla göçmenlik hakları savaşı veriliyor. Milliyetçi reflekslerle kapı dışarı edilen ya da trajik hayatlar süren bu insanların yanında mücadele eden Avrupalılar bu savaşı veriyorlar.
Fransa, İngiltere, İtalya ve İspanya’ nın tüm büyük kentleri göçmen mağdurlarla dolup taşmakta…
İşte “Biutiful” ironik biçimde bu ‘çirkinliği’ tüm katmanları ile gözler önüne seriyor. Javier Bardem’ in Uxbal karakterinde dile gelen Avrupalı vicdanı, geri planda suç şebekeleri ve göçmenlerden rant sağlayan diğer göçmenler, birbirine iyice yabancılaşmış toplum… Kaçakçılardan beslenen Uxbal aile hayatı, işi ve sağlığı dip yapmış kaybeden bir ‘gerçek Avrupalı’… Avrupa’ nın iki yüzlü vicdanı… Onlardan beslenen ama onlara acıyan Uxbal…
Çocukları ile yemek yediği masası ve o anları dışında her anı çirkinliklerle dolu bir hayatı olan Uxbal rolünde Javier Bardem çarpıcı bir oyunculukla karşımızda. Yaşayanlar, ölüler ve geçmişinden gelen mesajlar arasında boğulan Uxbal, üzerine üzerine gelen hayatın karşısında durabilecek mi? Bazı sahnelerde özellikle çaresizlik hissini başarıyla veren Bardem kanaatimce takdiri hakeden bir rolde daha karşımızda… Defalarca tekrarlanan yemek masası sekansı, kaosun tek ‘biutiful’ şeyi… Ve tabii Maricel Álvarez ‘Marambra’ rolünde inanılmaz… Çirkinliğin filmdeki en etkileyici tezahürü Uxbal’ in karısı Maramba… Fizik oyunculuğu yanında yüzünde yarattığı psiko-patolojik ifadelerle akılda kalıcı olabilmiş. Oda bir kaybeden…
Şehrin karanlık ve dar sokaklarını endişeyle ve biraz geriden seyreden kamerası ile Inarritu; şehir ve insanlar arasına girmeden oluşturduğu atmosfer ile Barcelona ve yaşayanları arasındaki yabancılaşmaya işaret ediyor.
Sinema dünyasının şapka çıkardığı bir büyük yönetmenden kayda değer bir sinema örneği… Kaçırmayın derim…
Bu Eleştiriyi Paylaşın!