Film Eleştirisi, Sinema, Film eleştirileri, Film kritik, Film yorum
Film Eleştirisi, Sinema, Film eleştirileri, Film kritik, Film yorum


99 Francs
Yazan : Özgür APAK






Kişilerin ekonomik olarak sömürüsünün en önemli dinamiği hiç kuşkusuz reklamdır. Bir yalanı; belki bir olmayanı sanki doğruymuşçasına ya da varmışçasına pazarlayan şey reklamdır. Bilirsiniz iktisat ve ya ekonomi derslerinde çok söylenen bir cümle vardır: “İnsan ihtiyaçları sınırsızdır” diye. Kapitalist ekonomik sömürünün beyin yıkama cümlelerinden biri olduğu kuşku götürmez bu cümlenin öncelikle bu işi yapmak isteyenlerin okuduğu bir bölümde ifşa edilmiş olması, bu beyin yıkamanın en önemli noktasıdır. Oysaki durum bundan biraz daha farklı olabilir. İnsanın ihtiyaçları vardır elbet, peki olmayan ihtiyaçların sanki varmışçasına hissedilmesinin açıklaması nerededir? Bu önemli bir sorudur, çünkü kapitalizmin ana damarı bu histedir.

Örneğin 100-150 YTL arasında bir Polaroid bir güneş gözlüğü alınabiliyorken neden üzerinde DG ya da Vitton yazan bir gözlüğe 500-600 hatta 1000 ytl verilebilmektedir? İhtiyaç dediğimiz güneş gözlüğü hangi noktadan sonra ihtiyacın dışında bir markalı fiyat saçmalığına dönüşür? Bu gibi soruların sorulabilmesi önemlidir; çünkü sistem bize bunun aksini söylemeye çalışmaktadır. Kalite gibi, niceliksel ve de niteliksel olarak hesaplanabilecek olan bir nesne hangi noktadan sonra paraya, markaya ve dilimize doladığımız halde ne olduğu bir türlü anlamak için çaba sarf etmediğimiz “Kaliteli” olana endekslenir ve de biz bunu yutarız?
Filmin bu gibi sorulara cevap verme gibi bir amacı yok elbet; daha çok içerden bir kişinin kendi parasını kazandığı sisteme bir eleştirisi görünümdedir film. Ancak sorgulamayı seven bir izleyici bu filmin içersinde birçok cevap bulabilir, kanımca…


Filmin senaristi ve yönetmeninin aynı kişi olmasının önemini bir kere daha gösteriyor film. Bize anlatılmaya çalışılan karakterler ve olaylar yazılı metin ve de görsel imge uyumu sayesinde akılda soru bırakmıyor. Ancak bir çok noktada eksik kalıyor ki, bu da sinema dediğimiz şeyin bir sorunudur zaten. Süre bellidir; bu süre içerisinde tüm dünyayı anlatabilmenin ya da hiç değilse kendi konunuzla ilgili tüm cevapları verebilmenin bir mümkünatı yoktur. Çünkü ortak aklın birikimsel bir özelliği olarak, bakış açılarının tamamı aynı noktadan ve aynı anda asla görülemez. Her zaman bir başka nokta mutlaka vardır. Ayrıca film Frédéric Beigbeder’in yari otobiyografik romandan uyarlanmıştır; ki kendisi de bir reklamcıdır. Tüm bu cevapların yetmemesi durumuna rağmen filmin çatısındaki tamlığın-eksiksizliğin nedeni bu şekilde açıklanabilir.

Yukarıdaki paragraftaki doğal sıkıntıyı bir kenara bırakırsak filmdeki Octave Parango karakteri bize işin sistem cephesini oldukça iyi bir şekilde anlatıyor. İnsanların paralarını sömürebilme taktiklerini ve de bir “pazar” olarak kişiliksizleştirilmiş insanların akıllarını çelebilme taktikleri olarak psikolojileri ile nasıl oynandığını da ifşa ediyor.
Bununla birlikte reklamcı denilen kişilerin de aslında insan olduğunu ve de nasıl korkunç şeyler yapabildiklerinin de altını özellikle çiziyor film. Öyle ki, filmin ana karakterine “Her şey geçici. Aşk, sanat, dünya. Sen, ben… Özellikle ben.” monologunu bir çok kere söyletiyor. Aynı zamanda Matthieu Kassovitz’ in muhteşem filmi “La Haine” da ana temayı oluşturan “50. kattan düşen adamın hikayesini” bu filmin açılışı yapıyor yönetmen. Çünkü Octave karakteri, filmin başında gerçekten de kendi düşüşünü anlatmaya başlıyor ve kata geldiğinde de “buraya kadar herşey yolunda” cümlesini manevi olarak tekrarlattırıyor, ta ki sona kadar. Buna ek olarak bir sahnede karşımıza çıkan “fil kafatası” ise bana Salvador Dali’yi hatırlatmadı değil (yaptığı işi sürrealist bir iş olarak tanımlamaktadır Octave ve aynı zamanda Dali’ de resimlerinin haricinde sürrealist reklam filmleriyle tanınmaktadır. Ayrıca Dali’nin en sevdiği koleksiyonu da fil kafatası koleksiyonudur.)

Filmin sonu gerçekten süpriz ve de alkışlanacak cinsten. Bu tür sivil insiyatiflere her zaman sempati ile bakmış ve de kişisel olarak desteklemiş bir insan olarak, Octave’ ın filmin sonundaki dönüşümü muhteşem. Bu dünüşümü çok iyi bir intikam ile de taçlandırıyor. Tüm sistemden; para, reklam, yalan, değerlerin yok oluşu gibi sistemi ayakta tutan tüm unsurlardan “kendi yöntemiyle” intikamını alıyor. Bir çok insan bunu ciddiye almayabilir ancak olayı bir de kişinin kendisinin gözünden izlerseniz, kullanabildiği tek silahın reklam olduğunu ve de onu nasıl alt üst edeceğini en iyi bilenin o olduğunu bilirseniz, yaptığı eylemi takdir edersiniz.Jan Kounen

Thrash Metal’ in doğuşunu ve de yayılışını anlatan Get Thrashed adlı müthiş belgeselde Alman Thrash Metal’inin önemli gruplarından olan Sodom’un elemanlarından Tom Angelripper’ın samimiyetle söylediği “Biz hiç bir şeyi değiştiremedik belki, ama bağırdık, çağırdık, söyledik” cümlesi gibi Octave’ da kendi kulvarında elinden geleni ardına koymuyor.

Sonuç olarak, bu filmi izlemenizi öneririm; illa ki vizyon filmi izleme derdiniz yoksa hem iyi bir komedi, hem iyi bir taşlama, hem de iyi bir film olduğu için bu filmi izlemenizi öneririm. Umarım beğenirsiniz.


Bu Eleştiriyi Paylaşın!