Film, saldırıyı sadece savaş bağlamında değil, siyaset ve iktidar ilişkileri bağlamında ele alması bakımından benzerlerinden ayrılıyor.
1776’da Bağımsızlık Bildirisinden altı ay sonra General Washington’ın Trenton’u ele geçirmesi ve yedi yıl sürecek Trenton Savaşları Amerikan Devrimi’nin önemli aşamalarından biri olmasına rağmen ancak bu dönemle ve Amerikan tarihiyle ilgilenenlerin bildiği bir olay. Tarihçi Howard Fast’in aynı adlı kitabından uyarlanan bu film, 1779’da Amerikan Başkanı olacak General George Washington’ın Delaware nehrini geçerek Trenton’u ele geçirmesini saat saat anlatıyor. Film, saldırıyı sadece savaş bağlamında değil, siyaset ve iktidar ilişkileri bağlamında ele alması bakımından benzerlerinden ayrılıyor.
Saldırı öncesindeki hazırlıklarla başlayan filmde, Türk izleyicilerin The Newsroom dizisinden tanıdığı Jeff Daniels’ın başarıyla canlandırdığı Washington’ın işi, hem siyasi hem askeri bakımdan hiç kolay değil, ama o bunları bertaraf ediyor. Nehri geçme önerisinin manevra başarısız olduğu takdirde Boston, New York ve Philadelphia’nın savunulamayacağı düşünülerek Kongre tarafından reddedilmesi ve Washington’ın tüm yetkilerinin elinden alınması siyasi alandaki zorluklar olurken, iki binden az askerle nehri geçme planına başta emrindeki komutanlar Mercel, Lee ve Gates’in şüpheyle yaklaşması, onların bunun gerçekleşmeme ihtimalini kanıtlamaya çalışmaları ve askerlerdeki motivasyon eksikliği savaş alanındaki sorunların başında geliyor. Diğer yandan, başından beri Washington’ın yanında olan, ama ona verilen düşmanı izleme görevini kendisinin sadece balıkçı olduğunu söyleyerek reddeden “sivil” Albay Glover, üniforma giymeyi reddetmesi ve eşitlikçi yaklaşımıyla Amerikan Devrimi’nin ruhunu temsil ediyor.
İlk yarım saati savaş hazırlıkları ve Washington’ın yaşadığı zorluklarla geçen doksan dakikalık filmdeki diyaloglar ve zaman zaman askeri marşa kayan müzik dikkati canlı tutuyor. Washington’ın “ilk saldıran biz olalım” önerisine “iyi eğitimli, disiplinli, donanımlı ve Avrupa’nın en iyi ordusuna” karşı, bu kadroyla mücadele etmenin mümkün olmadığını belirten komutanlar, Washington’ın Alman askerlerinin (Hessian) bu coğrafi ve iklimsel koşullara uygun olmadığını ve her ne surette olursa olsun orduya kendisinin komuta edeceğini belirtmesiyle geri plana atılıyor.
Saldırının planlandığı şekilde 25 Aralık’ta gerçekleşmemesi durumunda, lojistik destek ve psikolojik bakımdan ordunun kalmayacağını öngören Washington’ın planına göre, Albay Glover’ın komutasında sabah saat 5.30’dan itibaren iki bin asker beş kayıkla nehirden geçecek ve Washington son kayık çıkana kadar Trenton’a çıkmayacak. Karaya çıkıldıktan sonra iki kola ayrılarak yapılacak saldırı saat 8’de başlayacak. Bazı ufak aksaklıklara rağmen saldırının planlandığı şekilde gitmesinde Almanya’dan göç etmiş Amerikalıların işbirliği, süngüden başka silahı olmayan ve yorgunluktan yığılan askerlere moral oluyor. Saldırının Noel’de başlaması da manevraya mistik ve spiritüel bir anlam veriyor. Sabah saat 8’de top saldırılarıyla ne olduğunu anlamayan Alman askerlerin savaş konumuna geçememeleriyle kuşatılmaları kısa sürede gerçekleşiyor. Bütün bunlar çok canlı savaş sahneleriyle gösteriliyor.
Hedef kitlesi televizyon izleyicisi olan filmdeki mesaj askerlerini koruyan Alman komutanla askeri mücadeleyi siyasi mücadelenin takip edeceğini belirten Washington üzerinden veriliyor. Burada Alman komutan “Sadece ben Washington’a teslim oldum. Askerlerim iyidirler, silahlarını alın, onların paralarını ve onurlarını geri verin” derken, Washington da “savaş daha bitmedi, bu daha başlangıç” diyor. Filmin en vurucu cümlesi de yine Washington’ın ağzından geliyor: “Son yirmi dört saati bir deli gibi yaşadım.”
Bu Eleştiriyi Paylaşın!