Ben aslında, filmin afişinden dolayı “Battle Royale” ya da “Condemned” gibi, güçlü olan hayatta kalır tarzı bir filmdir diye düşünmüştüm. Açıkçası yönetmeni tanımıyorum ama Jürgen Vogel’ i Der Freie Wille’nin senaristi ve de prodüktörü olarak biliyorum ve tabi Fatih Akın’ ın “I’m Juli” deki kıvırcık güzeli Christiane Paul’ü de severim. O nedenle afişin bende oluşturduğu önyargıyı bir kenara bırakarak filmi izlemeye koyuldum…
Film, üzerinde Ramones tişörtü ile çalıştığı okula giden ve de arabasında “Rock’ n Roll High School” adında bir parça dinleyen anarşist bir öğretmenin görüntüsüyle başlıyor. Okulda proje haftası vardır ve öğretmenler siyasi bir yönetim sistemini o hafta boyunca öğrencilerine anlatmakla yükümlüdürler. Rainer Wenger (Jürgen Vogel) tabiatı gereği anarşizmi anlatmak istemektedir ancak onun fikirlerini bilen diğer hocalardan bir tanesi bunu engellemek için o konuyu kapar ve de Rainer’ e “Otokrasi” konusu kalır.
“Otokrasi bildiğiniz gibi bir çeşit faşizmdir. Monarşiden farkı monarşi bir nevi babadan oğula miras gibi aktarılırken, otokrasi de yönetimin ele geçirilerek elde edilmesi vardır. Yasaları kendi istediği gibi değiştirebilen ve de kendi doğrularını halka dayatan bir sistemdir. Yani bir anlamda faşizmin tanrısıdır.”
Jürgen bu konuyu her ne kadar istemese de zorunlu kaldığı için anlatacaktır ve derslere başlayacaktır. Öğrencileri derse ısındırmak için bir “beyin fırtınası” oluşturmaya çalışır ve konu Almanya’ nın kötü nazi geçmişine gelir. Öğrencilerden bir tanesi “Almanya’ ya artık faşizm bir daha gelmez” diye bir cümle kullanır. Bu cümle üzerine Jürgen öğrencilerin farkına varmadığı bir oyun oynamaya başlar…
Film şu haliyle çok çarpıcı gelmiyor muhakkak ki, bunun nedeni yazıyı yazarken bazı özel ve de güzel ayrıntıları bilerek yazmamam ve de izlemek isteyenlerin hevesini kırmak istemememdir. Çünkü film aslında çok derinde şöyle bir mesaj vermektedir: Kurbağayı kaynatma hikayesini bilirsiniz. Kaynamış bir suya kurbağayı attığınızda, sıcaklığı hisseder hissetmez kaptan hızla sıçrayarak kaçacaktır, ancak soğuk bir kaba koyup yavaş yavaş ısıtmaya başlarsanız, haşlandığını anlayamadan kaynayacaktır. İşte film faşizmin adım adım hayatımıza nasıl girdiğini bu temel fizik deneyi üzerinden anlatıyor ve de bunu çok iyi başarıyor.
Öğretmenin öğrencilere sorduğu faşizmin temel dinamikleri ve de insanları bağnazlık derecesinde kendisine bağlayan etkenleri ile ilgili sorular çok ilginç oluşumları ortaya çıkarmaya başlar; ancak felaketi bir kaç öğrencinin haricinde kimse göremeyecektir. Çünkü öğretmen her ne kadar kontrolü elinde tutuyormuş gibi gözükse de Gödel’ in de dediği gibi “bir dizge içerisindeki tüm doğru önermeler, dizgenin kendi sınırları içinde çözülemez” dir. Bu nedenden dolayı hoca kendi oluşturduğu bu dizgenin sorunlarını dizgenin dışına çıkmadığından fark edememeye başlar.
Adım adım yayılan ve dalga dalga insanları etkileyen bu faşist atak bir süre sonra ciddi psikolojik ve sosyal sorunları beraberinde getirmeye başlayacaktır. Ancak filmde asıl can alıcı olan, insan psikolojisinin çok iyi analiz edilerek ortaya konmuş olmasıdır. Olay örgüsü ve de dönüşümü gerçekten enfes, izlerken hayatımıza bir şekilde giren tüm etkileşimlerin faşizme giden bir yol olabileceğinin farkına varıyorsunuz ve bu film boyunca sizi çok ama çok rahatsız ediyor. Özellikle öğretmen faşizmin tektipleştirme yönteminin üniforma ile nasıl geliştirildiğini anlattığı bölümde bir punka dönerek “mesela senin de üzerindeki kıyafet senin üniformandır. O kıyafetle kendine kendin gibi arkadaşlar buluyorsun ve de kendi sisteminin açıklamasını yapıyorsun” gibisinden söylediği söz gerçekten insanı çarpıyor. Bildiklerinizin bir şekilde yüzünüze çarpması sizi rahatsız ediyor, sonrası faşizme bir adım yol zaten…
Bu yoğun psikanaliz ve de öğretmenin oyunu filmin başından sonuna kadar sizi koltuğunuza mıhlıyor ve de filmin sonundaki kaosu merak eder hale geliyorsunuz. Jürgen Vogel’ in soğuk ve de canlandırdığı karakterle bütünleşen yüz hatları ve mimikleri sizi filmin sonuna kadar şüpheye götürüyor. Öğretmen kendi yarattığı şeye dönüşmüş müdür? Bu nefis karakter dönüşümü sizi bir oraya bir buraya yatırıyor ve de filmin son sahnesinde çok sert bir tokadı suratınıza indiriyor.
Faşizmin hayatımıza nasıl adım adım, hissettirmeden girdiğini anlatan ve bence bunu çok da iyi başaran nefis bir film bu… Oyunculuk, senaryo, müzik, görüntü herşey olması gerektiği gibi ve gerektiği miktarda. Eksiği ve fazlası yok ama ortada çok iyi bir film var. Bir yanıyla Gus van Sant’ ın müthiş filmi Elephant’a diğer yanıyla Oliver Hirschbiegel’in Das Experiment’ ına yaklaşan, en az onlar kadar başarılı ve de özgün olan bu filmi herkesin izlemesini dilerim. İzleyelim, izlettirelim; faşizmi tanıyalım, kendimizi ondan koruyalım.
Bu Eleştiriyi Paylaşın!