Film Eleştirisi, Sinema, Film eleştirileri, Film kritik, Film yorum
Film Eleştirisi, Sinema, Film eleştirileri, Film kritik, Film yorum


Sonbahar

Sonbahar
Yönetmen
Feza Çaldıran
Canan Çayır
Senarist
Özcan Alper
Oyuncular
Onur Saylak
Megi Koboladze
Serkan Keskin
Raife Yenigül
Tür
Dram
Yapım
99dk. Türkiye - Almanya, 2008






Bol ödüllü bir filmdir, “Sonbahar”. Ve konusu şöyledir: Yusuf, 1992’de, 22 yaşında girdiği cezaevinden 12 yıl sonra çıkıp köyüne gelir. Aslında iki yıl daha yatması gerekirken geçirdiği ağır hastalık yüzünden çok az ömrünün kaldığının anlaşılması üzerine serbest bırakılır. Yakalandığı verem hastalığı akciğerlerini iyice zayıflatmıştır. Ayrıca, F Tipi hapishane sistemine karşı yapılan ölüm orucu eylemlerine katılması sağlığını iyice kötüleştirmiştir. Doktor durumunu kendisine açıklayıp yazdığı raporla bırakılmasını sağlar.
Yusuf’u, cezaevinden çıkıp geldiği köyünde (Çamlıhemşin-Fırtına vadisi) bir tek yaşlı hasta annesi bekler. Babası, o cezaevindeyken ölmüştür. Abla Meliha ise evlenmiştir. Annesi Rukiye Hanım’ın (75) tüm duaları oğlunu tekrar yanında görebilmek içindir, duaları sonunda kabul olur ve oğlunun gelmesiyle tek düşüncesi Yusuf’u evlendirmek olur. Ne yazık ki oğlunun kendisinden önce öleceğini bilmez.

Ekonomik nedenlerle sadece yaşlıların kaldığı köyde Yusuf’un arkadaşı Mikhail kışın köyün kahvesini işletir, yazın orman işletmelerinde sahip olduğu çekici aracı ile kesim işlerinde çalışır. Yusuf ve Mikhail’in konuşmaları hep yaşanmamış gençlikleri ve zamanla ilişkileri üzerinedir. Mikhail’in söylediğine göre bir iki yıl kaldıktan sonra gitmeyi düşündüğü buralardan bir türlü gidememiştir. Zamanın nasıl akıp gittiğini anlamamıştır. Severek evlendiği ve hatta ölümü göze alıp kaçırdığı karısı Nefise’ye karşı bile duyguları değişmiştir. Tek tesellisi oğlu Onur (10) ve artık farkında olmadan bağımlısı olduğu alkoldür.

Yusuf birkaç ay sonra öleceğini kimseye söyleyemezken, içindeki hesaplaşmayı da tek başına yaşar. Yıllarca hapishanede kalmanın verdiği alışkanlıkla fazla dışarı çıkmaz. Geceleri kabuslarla uyanır, sabahın erken saatlerinde kendini dışarı atar ve uyanmakta olan vadinin sesini dinler. Bu seslere gençken çok iyi çaldığı müzik aleti tulumun akort sesi karışır. Eski tulumu tavan arasından çıkarır ve her gün birkaç saatini tamir etmeye ayırır.

Bir gece karşısına Mikahil’in ısrarı ile gittiği ilçedeki meyhanede konsomatris olarak çalışan Gürcü kızı Elka (24) çıkar. Olduğundan farklı ve rahat görünmeye çalışan Elka istemeden girdiği ilişkiler ağına rağmen ruhundaki temizliği koruyabilmiştir. Elka Moskova’da matematik eğitimi görmüş ve kısa süreliğine girip çıkmayı düşündüğü bu ilişki ağının artık yaşam biçimi olduğunu fark etmeye başlamıştır. Bulunduğu mekanlarda sanki ruhu yoktur. Sanki sadece bedeniyle ve başka bir kişilikle oralarda dolaşmaktadır.
OZCAN ALPERElka, o gece davet edildikleri içki masasında kendisi gibi aynı yabancılığı paylaşan Yusuf’la karşılaşır. İkisi de gece boyunca göz ucuyla birbirlerini incelerler. Kısa bir süre sonra da birbirlerine aşık olurlar. Son birkaç ayını yaşamakta olan Yusuf için bu aşk, onun melankolisini arttıran umutsuz bir durumdur. Elka ise bavulunu toplamış oralardan kaçıp gitme düşüncesiyle hesaplaşmaktadır.

Sonbaharın kendini yavaş yavaş kışa teslim ettiği bir gecede, Yusuf annesinin kendisi için çalma teklifini geri çeviremez ve yıllar sonra bir enstrüman yeniden hayat bulurken, bütün vadinin bembeyaz bir kefene büründüğü gün toprağa verilir. Tulumun sesi bir annenin oğluna yaktığı ağıda eşlik eder…
Sonbahar’ın erkek kahramanı Yusuf’un ölümü başka bir el ile – bir planla- gerçekleşir. Hayat herkesin kendi bulunduğu noktadan bakacağı aynada “değişimi” talep edecektir ya da bize kendimizi tanıtacak “şeyler” böylesi boşluklarda kendisini algılatacaktır. Yusuf’un ölümü devlet eliyle gerçekleşmiştir. Aynada görülen budur. Bellek kavramının egemenlerce “dizayn” edilmesi, geçmişin sadece hoşluklardan ibaret olduğuna işaret ederken yönetmen Özcan Alper yakın tarihin olaylarına artık moda olan liberal bakış açısıyla değil tam da unuttuğumuz “kendini karşındakinin yerine koyarak düşünme” penceresinden sunuyor. Dolayısıyla zor olanı gerçekleştiriyor: toplumun birbiriyle her bakımdan içli dışlı olmadığı üzerinden, yasalar ve din kavramlarını yok sayarak değil, bir tarafa bilinçli olarak bırakarak ve genel geçer değerlere ait ritüelleri gözardı ederek “empati” kurabileceğimizin umudunu veriyor.

Film çoktan gösterildi, bitti. Piyasada ticari kopyalarını satın almak hala mümkün… Güzel bir iç yolculuk yapmak, “Bak bunu hiç böyle düşünmemiştim.” demek, pencerenizden dışarı baktığınızda kendinizden bir parça görerek “rahatsız olmak” istiyorsanız, izleyin.


Bu Eleştiriyi Paylaşın!