Nadir Sarıbacak’ın algıları açıp, diyalogları dilimize yapıştırdığı karakter, başlıbaşına bir yazı, bir makale yazdıracak kuvvette. Antalya Film Festivali’nden en iyi erkek oyuncu ödülü
Gemide’yi bilen bilir. 1998 yapımı, Serdar Akar’ın yönettiği, Önder Çakar’ın da ortak senaristliğini ve yapımcılığını yaptığı ‘Laleli’de Bir Azize’ filmiyle geçişli harikulade bir yapım. ( Bu arada Önder Çakar’ı zihninde bir yerlerde çağırıp ama ‘nerede, nasıl duymuştum’ diyenler için; Önder Çakar 2 yıl evvel Kobane’de IŞİD’e karşı cephe tutup yaralanmıştı.) Erkan Can’ın bir çok kimseye ezber ettirdiği, halihazırda da hayatın tam ortasına biçilmiş kaftan gibi uyan sözüyle, ‘bir memleket gibidir gemi’ tabiriyle, fillerin küfür literatürüne elzem katkılar sağladığı unutulmaz bir film. Gemi memleketse herkes bir vazife üstlenecek! Sarmaşık’ı da sanırım Erkan Can’ın, ‘bir memleket gibidir gemi’ tabiriyle açık ederim. Çünkü gemide memleket var. Yöneten var, herşeyi yapmaya hazır olan biatkar bir tayfa var. Rütbenin paslı çark gibi gibi yavaşlayıp, gıcırdayıp işlemediği bastırılmış güçler var. Evinden işine, işinden evine gidip gelen, gördüğü 3 dakikalık doktor tedavisinde kendini dünyanın iyi ülke vatandaşı sanıp verilenleri kabul gören var. Gücü, terazinin topuzunu her an değişitirebilecek bir gerçek de var; çok fazla başvurulmayan ama işleyişin kaidesiymiş gibi otokontrol mekanizmasının bir parçasıymış gibi işleyen bir güç...
Yazıda hasıl olan konu aslında zamanın verdiği güçsüzlükleri görüp ortaya pek nadide bir iş çıkarmış olan Tolga Karaçelik’in filmi Sarmaşık... Tolga Karaçelik bir yönetmen, bir film emekçisi, üreten ve ürettiğini de işlevsel kullandran bir sienemacı. Tüccar olamamış bu aşikar(!) Öyle ki tek mekanda çekilen filmlerin riskini almaktan korkmamış, pazarlayabilir miyim diye düşünememiş. Bildiğim kadarıyla da bir elin parmak sayısının bile fazla sayıldığı mekan sayısını sınırlı tutmak arzusu varmış Bir veyahut iki mekan mamafih Sarmaşık tek ve düz hesap 1 ! Şunu da belirtmekte yarar var Antalya Film Festivali’nde kazandığı 100 bin lira parayı da alamamış, bir hatırlatayım unutmasın dedim ama pek umursamadı (smile). Ticarerthane yürütemez kendisi bu pek belli. Gemide’nin o dört kişilik yalnızlığındaki kocaman ve rutin işleyişini hatır ediyor bizlere. 80 milyon içinde filmi sinemada izlemiş olmanın hakeza bunu büyük bir keyife çevirip ilk 20 bin küsür içinde yer almanın mutluluğunu yaşadığımı da demek isterim, mühimdir bu! Film, içinde hala nasıl oluyor da bu kadar çok acı bu memlekete sığıyor’ dediğimiz memleketimizin halini, ahvalini seyrettiriyor bize. Kaptan mesela ! En son gemiyi kaptan terk eder cümlesini hakikate kavuşturuyor. İflas açıklayan bir şirketin gemisinin kaptanı. Yanaşacakları ilk limanda gemiye tedbir koyulacaktır, kaptan bu, gemisini bırakmaz. Gerekli evrak ve rutin gidişat için miçosunu, tayfasını, reisini, garsonlukla paydaş olacak aşçısını da... Şöyle hayat buluyor sinopsis; tayfayı ana güvertede toplar, durumu açık eder. Sonrası da iyilik, güzellik değil! Açlık, tonlarca demir yığınında altı kişilik yalnızlıkla başlar.
Kaptan yani beybaba açlıktan kırılan mürettabatın noksansız itaat etmesini bekler. Bunun yanında işlerin her halükârda devam ettirilmesinden yana otoritesini kesintisiz ve de en katı haliyle seyir ettiriyor. Karakter pek yabancı değil bize, memlekete...
Filmde çok fazla metafor var. Onlar, oyuncuların yarattığı büyük bir lezzetle gösteriliyor. Nadir Sarıbacak’ın (Cenk) düşününce muhayyilemin alamayacağı kadar çok fazla üst performansı göstermesi, Alper’in (Özgür Emre Yıldırım) lümpen bir tipleminin hakkını jest ve mimikleriyle vermesi, Kaptan’ın (Osman Alkaş) korkusunu giz edip kendini bir demir bilek gibi hissettirmesi, İsmail’in (Kadir Çermik) idari sorumluluk alırken bir çocuk toyluğuyla güvensiz kalışını bize muazzam bir biçimde göstermesi, Kürt’ün (Seyithan Özdemir) isterse istemeyeceği bir durumun vuku bulamayacağını herkese hissettirmesi doğrusu enfes. Tolga Karaçelik’in bir söyleşide “öyle bir film yapmak istedim ki izleyenler kafalarında eve götürsün” söylemini tamamıyla doğruluyor. İlginç olan şu; psikolojik dram gibi işliyor film, bir anda büyük bir durgunluk içinde inanlmaz bir aksiyon peydah oluyor. Film, buna reaksiyon gösterecek bir düşünme zamanı tanımıyor size. Bu işlenen olay örgüsünün harikulade yönetilip, çok iyi oyun performanslarıyla ortaya konmasının yanı sıra, kaliteyi yorgan yastık yapıp kendine saran görüntülerle, filmin belki de tv’ler yayınlanmamasına sebep olacak küfürlerle bir olunca, ortada izlenip yalnızca darmadağın olan zihni toparlama telaşına giriyorsunuz.
Nadir Sarıbacak’ın algıları açıp, diyalogları dilimize yapıştırdığı karakter, başlıbaşına bir yazı, bir makale yazdıracak kuvvette. Antalya Film Festivali’nden en iyi erkek oyuncu ödülü alması beyhude değil. Cenk, hiyerarşik gücü içselleştirmiyor çünkü geminin şartları buna değecek bir değer sunmuyor. Gidişattan memnun değilsen statikonun içinde yer almayacak hatta onu alaşağı edeceksin. Nadir Sarıbacak film boyunca elinde çomağıyla çemberin etrafında dolaşıyor. Çember kimi zaman kaptan oluyor kimi zaman biatkar İsmail... Yalnız İsmail bu savaştan gazi çıkıyor. Velhasıl sarmaşık karşı konulamayan otoritenin
Memleketin alnının akı gibi denizaşırı ülkelerde benim deyip sonuna kadar arkasında duracağı bir film. Hele ki Nadir Sarıbacak performansı şapka çıkartılıp, reverans ettirecek kuvvette. Filmi ikinci kez izlemek istedim zira Nadir Sarıbacak performansı zihnimin bütün delhizlerine kadar sirayet etti.
Nedir iyiden bir adım daha önde olan?
Cenk’in, aynanın karşısında Alper’le kurduğu diyaloglar sırasındaki mimikleri, tavırları, açlık, ölüme mahal verecek bir boyuta çıkmışken saçlarına bir biçim verme çabası,
Alper’in, sarmaşığın gemiyi sarıp sarmaladığı sırada delirip olup, bitene kapısını kapatıp kendi yaşamını garanti altına almaya çalışan Beybaba’ya yani kaptana olan isyanı,
İsmail’in, Beybaba’dan aldığı yetkiyi bir ikilem yaşayıp tamamıyla hissettirememesi halindeki özgüvensizliği,
Bir ritüel olarak aşçının düşünüp, sonra gerek duyulur, kullanılmak üzere aşçı Arif’in saklayıp Cenk’in bulduğu sucuklar.
Cenk’in herkesin odada olduğu bir anda çekişmeleri ve olabilecekleri tahmin edip, Kürt’ü kastederek ‘dağ suya düştü’ repliği,
Kürt’ün kayboluşunun herkesin üzerinde yarattığı kaygı,
Mesela kürdün gemide kaybolması ve kaptanın yaveri İsmail’in kürdü aramak için geminin kullanılmayan, karanlık iç gövde kısmına fenerle bakması çok iyi düşünülmüş bir sahne, harikuladeydi.
Son olarak var olan bir rahatsızlığı da sizlere açık etmek istiyorum. O kadar çok sıradışı bir ülke olduk ki olanı biteni sosyal medyadan duyuyor, okuyoruz. Sesimiz buralardan hep gür ve kesintisiz çıkıyor. Bu kadar kalabalığız bu kadar niceyiz ama üretkenliğe, emeğe destek verme hususunda neden bu kadar eksiğiz ? Sarmaşık ve benzeri muhalif filmlerin neden kıymeti bilinmez ? Ekonomik şartlar elbette elzemdir fakat bu durumun her daim olmadığını düşünecek olursak beklenen desteği vermek pekte güç olmamalı. Böyle bir film nasıl olur da 20 bin kişi tarafından izlenir ? Bu alalade bir durum olmaktan çıkmalıdır, destek verilmelidir. Filmlerimiz artık aldığı ödüllerin yanısıra alışagelmiş yüz bin barajına bile geçmeyen seyirci sayısını üstünde olmalı.
7 milyon sayısına ulaşan filmlerin seyircisinin içinde bu biçim filmlerin kıymetini bilen on binlerce kişi vardır. Kıymet verelim, kuvvet verelim, verelim ki bu filmleri izlemek için anakentlerde bile sinema salonları aramayalım. Yalnız şunu da demek gerekir; film ile alakalı büyük bir beğeni gücü oluşmuş. Güzel tarafı da, izleyenlerin tamamına yakını eleştirel ve yorumlayacak bir göz ile değerlendirmek istese eminimki en az bir kaç paragraflık metinler yazabilirler. Filmi izleyenlerin bu kitleyi oluşturması sevindirici.
Bu takazadan biraz üstünüze alındıysanız veyahut izlemek arzundayasanız
Tolga Karaçelik şöyle bir şey düşünmüş, iyi ki de düşünmüş; sinemaya gidemeyeni, memleketinde sinema salonu olmayanın, olupta filmi göstermediği için izleyemeyeni düşünmüş olsa gerek filmi bir internet sitesinde yayınlamaya başlamış. Film burada altı liraya kiralanabiliyor.
Tolga Karaçelik, Antalya Film Festivali’nde aldığı ödülü tutuklanan Erdem Gül ve Can Dündar’a armağan etti.
Dipnot: Filmin bir ikinci başlığı olsaydı şüphesiz. ‘Bir Nadir Sarıbacak Güzellemesi’ olurdu. Bunu da imâl etmek istedim.
Bu Eleştiriyi Paylaşın!