Dünya sinema tarihinde mükemmelliyetçi yaklaşımı , teknik kusursuzluk arayışı ve ince ayrıntıcılığı ile bambaşka bir yeri olan Stanley Kubrick
1971 yılında sinema tarihinin en iyi yönetmenlerinden biri olan Stanley Kubrick tarafından , Anthony Borges’in aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan “Otomatik Portakal” ; post-endüstriyel dönem İngilteresi’nde var olacağını öngören şiddetli kaos ortamını betimleyen ve mevcut sisteme de birçok yönden eleştiri sunan fütüristik bir başyapıt.
Daha önceki filmlerinde de karamsar gelecek öngörülerine, manik kişiliklere, çekincesiz sistem eleştirilerine ve distopik dünyalara yer veren usta yönetmenin bu filmi , tüm bunları tek bir filmde harmanlıyor oluşu ile diğer filmlerinden ayrı bir konumda yer almaktadır.
OTOMATİK PORTAKAL FİLM ÇÖZÜMLEME
GİRİŞ
Dünya sinema tarihinde mükemmelliyetçi yaklaşımı , teknik kusursuzluk arayışı ve ince ayrıntıcılığı ile bambaşka bir yeri olan Stanley Kubrick’in bu en önemli eserini, onun anlatım tekniği çerçevesinde inceleyecek , gerek mizansen ve gerekse kamera kullanımında yaptığı seçimlerin filmin temasına ne gibi katkıları olduğunu açıklamaya çalışacağım.
YÖNTEM
Giriş kısmında da belirttiğimiz üzere ; mükemmelliyetçiliği ve filmlerinin her planını uzun uzadıya tasarlayışı ile kendine has bir sinema anlayışı olan Kubrick’in bu filmini çözümlerken , mizansen , bilişsel ve auter eleştiri yaklaşımlarının çözümleme anlayışlarından faydalanacağım.
STANLEY KUBRİCK SİNEMASI
13 yaşından itibaren fotoğrafçılık ile ilgilenen, 17 yaşında da Look dergisinin fotoğrafçılarından biri olan Kubrick, sahip olduğu bu görsel yeteneği 1953′te ilk uzun metraj filmi ”Fear and Desire” ile sinemada da göstermek üzere yönetmenlik kariyerine başlamıştır.
Kırkaltı yıllık upuzun sinema kariyerinde toplamda on üç filme imza atan Kubrick , beşinci uzun metraj filmi olan “Spartacus”ün ardından müdahale edemeyeceği filmleri yönetmeyi reddetmiş ve kendi sinemasal üslubunu yaratmaya girişmiştir.
Kariyerinin bu ikinci döneminde dram, korku, bilimkurgu ve kara film gibi farklı türlerde birçok başyapıta imza atan yönetmen, el attığı her türü mükemmelleştirmiş ve çektiği her film ile birlikte gerek sinema sanatına ve gerekse sinema tekniğine yeni bir şeyler kazandırmıştır.
Her şeyden evvel filmlerinde teknik kusursuzluğa erişmeye çabalayan, her plan üzerinde günlerce ve hatta haftalarda kafa yorup, sette ise bunu birçok tekrar çekimi ile sürdüren titiz yönetmen, filmlerinin tüm yapım aşamasının başından sonuna dek bulunarak tamamıyla kendine has eserler ortaya koymaktadır.
Filmlerinde müzik kullanımına, sanat ve görüntü yönetime özellikle dikkat eden Kubrick’in sinemasında insan gözünün yakın plan çekimlerinin, sakin kamera hareketlerinin, kaydırmalı çekimlerin ve geniş açılı objektif kullanımının özel bir yeri vardır.
Bunun yanı sıra aşırı tekrarlar ile oyuncuyu yorgun düşürüp, oyuncunun bu ruh halindeki performansından faydalanan kendine has bir oyuncu yönetim tekniği geliştirmiş ve filmlerinin dağıtım sürecinde de aktif bir rol alarak yönetmenlik kavramına da farklı bir yaklaşım getirmiştir.
Kendini özel kılan bu birçok özelliği ile Kubrick ; günümüzde sinema tarihinin en iyi yönetmenlerinden biri olarak değerlendirilmekle birlikte, kendinden sonraki birçok yönetmene ilham kaynağı olmuş ve hala olmaktadır.
FİLM ÖYKÜ
Film; suç işlemekten ve Beethoven dinlemekten keyif alan Alex’in başından geçenleri çizgisel bir anlatım ile izleyiciye sunuyor. Hırsızlıktan, şiddetten ve tecavüzden ciddi bir keyif duyan ve bunu çeşitli nedenlere bağlı olmaksızın sadece keyfiyen yapan Alex, birlikte geceleri bu eylemleri gerçekleştirdiği çete arkadaşlarıyla liderlik arzusu sebebiyle bir gün ters düşer ve arkadaşları onu birlikte yaşlı bir kadını soymaya gittikleri vakit polise ihbar ederler.
Alex , hırsızlık için girdikleri bu evde , kadını öldürür ve oradan kaçarken arkadaşlarının oyununa geldiğini farkeder. Ancak vakit çok geçtir. Alex yakalanır ve hapse atılır. Bu sırada hükümette yaklaşan seçimler öncesinde suçluları azaltma projesi için çalışmalara başlamakta ve bu projede uygulanacak Ludovico tekniğini kabul edecek denekler aramaktadır. Alex mahkumlar arasında bu söylentileri duymuş ve oradan bir an önce kurtulmak için hapishane rahibinin gözüne girmeye çalışır.
Bir gün İçişleri Bakanı hapishaneyi ziyaret eder ve Alex cesur tavırlarıyla Bakan’ın dikkatini çekerek tekniğin uygulanması için denek olarak seçilir. Hemen ertesi gün araştırmanın yapıldığı kliniğe sevk edilerek uygulamaya tabi tutulur. Pavlov kanunlarına benzeyen bu Ludovico tekniğinde Alex’in vücuduna çeşitli cisimler takılarak bir koltuğa sabitlenir ve Beethoven eşliğinde uzun bir süre kavga, tecavüz ve cinayet sahneleri seyrettirilir. Bir noktadan sonra tüm izlediği görüntülere karşı bir tepkime geliştiren Alex’in tedavisi olumlu sonuç verir ve on beş günün sonunda bir hükümet yetkililerinin yaptığı bir tanıtım gösterisinin ardından serbest bırakılır.
Ancak, Alex geri döndüğünde her şey değişmiştir. Ailesi onu istemez. Odasını bir başka gence kiralamışlardır. Odasına yerleşen genç ile kavga etmeye kalkışır ancak tedavi anında kendini belli eder ve bir bulantı kaplar içini. Kavga etmek istesede buna kalkışamaz. Dışarı çıkar ve yolda hapse girmeden önceki bir gece dövdüğü yaşlı bir dilenciye rastlar. Yaşlı adam onu tanır ve onu tartaklar. Alex yine karşılık veremez. Yaşlı dilenci onu diğer yaşlı arkadaşlarının yanına götürür ve hep birlikte Alex’i döverler. Bu sırada onları ayırmaya birkaç polis gelir. Alex bu polisleri tanımaktadır. Eski çete arkadaşları polis olmuş , şiddeti artık bu şekilde uygulamaya başlamışlardır. Alex ile karşılaştıklarında onu alır ve şehirden uzak bir yere götürerek döverler.
Alex yediği bu dayağın etkisi ile en yakında bulduğu bir eve sığınır. Bu evde, hapse girmeden önceki bir gece çete arkadaşları ile gelip bir kadına yazar eşinin önünde tecavüz ettikleri evdir. Yazar o gün yüzlerinde maske olduğu için başta Alex’i tanımaz onun istirahat etmesine müsaade eder. Yedirir, içirir. Amacı politik bir dava için Alex’i hükümete karşı kullanmaktır. Ama sonradan Alex’in banyoda mırıldandığı şarkıdan onu hatırlar ve ona gazeteden öğrendiği zaafı; Beethoven’un Dokuzuncu Senfonisi ile işkence eder. Terapi sırasında Beethoven müziği dinletilen Alex bu müziği duyar duymaz hastalanmaya, çıldırmaya başlar. En sonunda dayanamaz ve camdan atlar. Uyandığında kendini hastahanede, başında İçişleri Bakanı ve hastahane görevlileri varken bulur. Bu sefer İçişleri Bakanı onu eski haline döndürdüklerini ve üzerinde çalıştıkları Ludovico projesinden vazgeçtiklerini söyler. Ona dolgun bir maaş sözü vererek basına açık olarak yapacakları açıklamada onlardan tarafa olmasını sağlar. Film bu şekilde, Alex’in zihninden geçirdiği bir seks düşü ile sonlanır. O, artık eskisi gibidir.
ÇÖZÜMLEME
Film, başta kırmızı, arından mavi renkte bir fon üzerinde eser sahibinin ve yapımcı şirketin adının yazılı olduğu bir jenerik ile açımlanır. Jeneriğe filmin genelinde sıkça duyacağımız gerilimli bir müzik eşlik etmektedir.
Fonda özellikle içgörünün, huzurun rengi olan mavi ile coşkunun, heyecanın rengi olan kırmızının kullanımıyla yaratılan zıtlık, gerilimli bir müzik ile de desteklenerek izleyici , filmin kaosuna hazırlandırılır.
Bu kısa jeneriğin ardından siyah fondaki Alex’in baş çekimine yapılan sert geçiş ile izleyici adeta filmin orta yerine fırlatılmış bir halde bulur kendini. Alex’in bakışlarındaki sertlik ve bir gözünde hiç kirpik olmayıp diğer gözünde aşırı uzun kirpiklerin bulunmasının yarattığı tuhaflık ile karakterin dengesizliği ve tehlikeli olduğu enforme edilir. Kamera birkaç saniye bu çekimde sabit bir şekilde durmasının ardından yavaşça geriye doğru fiziksel bir kaydırma yaparak Alex’in çete arkadaşlarının ve bulundukları mekanın sunumu yapılır.
Burada ilk olarak dikkat çeken ; çete arkadaşlarından farklı olarak Alex’in ayaklarını masaya uzatmış , rahat bir tavır takınıyor oluşudur. Alex sanki grubun lideri gibi bir hava sergiler. Ancak filmin devamındada görüleceği üzre tamamen anarşist fikriyatlı bu grupta, liderlik vasfının itham edildiği biri bulunmamaktadır. Ama yinede Alex tüm film boyunca izleyiciye diğerlerinden daha üstün, daha girişken olarak sunulur.
Alex’in rahat duruşunun yanı sıra grup içindeki bu sınıfsal ayrım karakterlerin kostümlerindede gözlenebilir bir durumdadır. Giydikleri beyaz pantolon ve beyaz gömlekleri ile birbirine benzeyen bu dört arkadaşın her birinin şapkası bambaşkadır.
Filmin anakarakteri olan kurnaz ve güçlü Alex’in başında 1900′lü yıllara kadar Londra’lı centilmenlerin kullandığı melon şapka bulunurken, Alex ile grup liderliği konusunda ciddiyetle tartışabilen tek kişi olan Georgie’de genelde hokkabazların kullandığı silindir şapka bulunmaktadır. Bununla birlikte; grupta yaşanan olaylara pek karışmayan, sessizliği ile dikkat çeken Pete’nin başında işçi ve köylü sınıfı ile özdeşleştirilmiş kasket bulunurken, sahip olduğu cüssesi ile grupta Alex’in gücüne tek karşı koyabilecek kişi olmasına rağmen, genelde aptal tavırlarıyla dikkat çeken Dim’de ise başında çok komik duran melon benzeri bir şapka bulunur. Şüphesiz, usta yönetmen yaptığı bu şapka seçimleri ile karakterlerin kişilik betimlemesini yapmış ve grup içindeki eşitsizlik durumunu sergilemiştir.
Kamera aynı planda fiziksel kaydırma ile biraz daha gerilemeye devam ettiğinde mekanın marjinalliği farkedilir. Plastikten yapılmış çıplak kadın mankenlerden masalar, yine aynı mankenlerden mekana serpiştirilmiş içki muslukları, mekanda ellerindeki bardaktan süt benzeri bir sıvıyı içmekte olan garip giyimli Alex ve tayfasının yanı sıra bir köşede hippiler, bir köşede asker, polis, zenciler ve bir başka köşede birbirine benzer elbiseler giymiş çete üyeleri. Kamera yavaşça yapmış olduğu geri kaydırma boyunca tüm bunları seyircinin rahatlıkla görebileceği uzunlukta görünür kılar. Bu betimleyici plan sayesinde filmin distopik bir dünyada gerçekleşmekte olduğu izleyiciye sunulmuş olunur.
Bu uzun giriş planının ardından gölgelerin hakim olduğu klostrobik bir plana geçiş yapılır. Burada Alex ve tayfası köprü altında şarkı söyleyen bir ihtiyara doğru ilerlemektedir. Burada uzun gölgelerin kullanımı ve mekanın klostrofobikliği yaklaşan şiddetin habercisi gibidir ve beklenen olur. Çete üyeleri bu yaşlı ihtiyarı sebepsiz yere tekme tokat döver.
Bu şiddet eyleminin sunulduğu klostrofobik planın ardından Kubrick, kamerasını terkedilmiş bir gazinonun tavanında yer alan peyzaj resminden yavaş bir gerileme ve tilt yaparak gazinonun sahnesinde bir kadına tecavüz eden çete üyelerinin görülebileceği bir konuma getirir. Bu iki ekstrem sahnenin birbirine bağlanmasında kullanılan güzel peyzaj resmi ile ; çirkin dünya – güzel sanat gibi iki zıt kavramın birlikte sunumu, içinde bulunulan dünyanın kaotikliğini gözler önüne serer.
Planın devamında Alex’in çetesi ile diğer çete arasında gerçekleşen kavga, şiddeti vurgulamak ve heyecanı arttırmak için hızlı kurgu geçişleri ile sunulur. Burada Kubrick’in aksiyon sinemasının inceliklerinede hakim olduğu belirginleşir. Seyircide gerilim ve heyecan yaratmayı gayet başarılı bir şekilde gerçekleştirir.
Bunu izleyen sahnelerde Alex ve arkadaşları sabaha doğru kapısında ”Home” yazılı olan bir evi basar ve evin sahibi olan yazarın gözü önünde Alex, yazarın eşine tecavüz eder. Buraya kadar gerçekleşen tüm şiddet eyleminde birincil uygulayıcı olarak Alex’i görürüz. Çetenin diğer üyeleri sanki Alex’in girişimleri sonucu şiddet uygulamaya güç bulan karakterler gibi betimlenir. Alex grupta tetikleyici konumdadır.
Kubrick tüm bu şiddet sahnelerinde mağdur kişilerin ruhsal durumunu izleyiciye hissettirmek için sık sık geniş açılı objektiflerle çekilmiş öznel çekimlere yer vermiştir. Bu şekilde izleyici filmin genelinde hakim olan perspektiften farklı bir perspektif ile başbaşa bırakılarak şiddete uğrayanın ruhsal çarpıklığı belirginleştirilir.
Gecenin sonuna gelinip Alex evine dönerken kamera uzun bir plan boyunca onu fiziksel kaydırma ile takip eder. Bu kaydırma boyunca Alex, çöplüğü aratmayacak olan bir meydanda ilerler. Bu, Kubrick’in yaratmış olduğu distopik evrenin çirkinliğini vurgulamak için tasarlanmış betimleyici bir sahnedir. Devamında tıpkı gazinodaki tecavüz sahnesine geçişte yapıldığı gibi tekrardan duvarda çizili duran bir tablonun yakın planından pan yapılarak Alex’in yıkık dökük apartmanının görüntüsüne geçiş sağlanır. Burada amaç yine; çirkin dünya – güzel sanat zıtlığı ve bu zıtlığın bir arada yer aldığı kaotik dünyanın sunumudur.
Alex’in evine gelindiğinde evin iç düzenlemesinde bir post-endüstriyel çağ akımı olan pop art’ın hakim olduğu farkedilir. Farklı desen ve renkte birçok duvar, rengarenk objeler ve bunların yaratmış olduğu sadelikten uzaklık, yapaylık ve kargaşa hali hakimdir eve. Evin içerisinde yalnızca Alex’in odası diğer odalardan sadeliği (alışılmışlığa yakınlığı) ile ayrılmaktadır. Hemde tıpkı para kasalarınınkine benzer bir kapı kilidi ile evin diğer tüm odalarından yalıtılmış bir haldedir bu oda.
Yapmış olduğu bu detaylı iç düzenlemeler ile aslında yönetmen, karakterleri betimlemektedir. Filmin başından bu yana şiddet yanlısı manik bir karakter olarak sunulan Alex, sabah olduğunda gözündeki takma kirpiği çıkarmış, normal bir gence dönüşmüş ve hatta izleyicinin diğer her odadan daha alışık olduğu bir odada uyanmıştır. Artık izleyiciye garip gelen Alex değil, mor saçlı yaşlı annesi, ondan daha genç yaştaki babası ve onların rengarenk ama kargaşaya boğulmuş yaşam alanıdır.
Filmin bu kısmına kadar sunulan kaotik dünya profili ve bu dünyadaki Alex ve arkadaşlarının anarşist tutumu kostüm, makyaj gibi unsurların yanı sıra kullandıkları dilde de belirir. Çete üyeleri halkın kullanmakta olduğu dili reddedip Rusça kökenli Nadsat dilinde kendi jargonları ile konuşmaktadırlar. Özelliklede Alex, manik depresif kişiliğinin tam tersi ölçüde bir centilmen kadar güzel konuşabilmektedir bu dili.
Filmin geneline hakim olan bu kaotiklik, şiddet ve seks sahnelerine zıt düşecek şekilde kullanılan klasik müzik parçaları ile de sürdürülmeye devam eder. Bu özellikle çetenin kendi arasında kavga ettiği slow motion sahnede doruk noktaya ulaşıcak şekilde sergilenir.
Filmlerinde müzik seçimi konusuna ayrı bir özen gösteren Kubrick, bu filminde de müziği temayı destekleyecek ve hatta kimi yerlerde anlamca görseli aşacak ölçüde yerleştirmiştir. Şiddet tutkunu Alex’in Beethoven sevgisinin birçok yerde vurgulanışıda buna örnektir. Ve hatta onun şiddet eylemlerine ve düşlerine eşlik eden Beethoven’dan ilham aldığını dahi söyleyebiliriz.
Güzel konuşmayı bildiği kadar güzel müzikten de anlayan Alex için çizdiği bu çelişkili karakter profili ile yönetmen, filmin zaten var olan kargaşasına bir yenisini daha eklemiş bulunur.
İlerleyen sahnelerde yaşlı bir kadını soymaya gittiklerinde Alex, kadının direnmesi sonucu ona eline geçirdiği penis heykeli ile karşılık verir ve kadının ölümüne sebep olur. Bu sırada polis sirenleri duyulur. Arkadaşları ona oyun oynamış, onu ihbar etmişlerdir. Oradan kaçmaya çalışırkende diğer çete üyeleri tarafından başına bir şişe ile vurularak oracıkta bırakılır.
Birbirini ardı sıra izleyen bu sahnelerde ilk olarak göze çarpan; kedileriyle yaşayan, yalnız ve yaşlı kadının evinin duvarlarını dolduran çıplak kadın tabloları oluyor. Kubrick bu tabloları eşi Christiana Kubrick’e filme özel olarak çizdirmekle birlikte bu ana kadar kullandığı çirkin dünya – güzel sanat zıtlığını yaratma kaygısının yanı sıra sanatın hayatımızdaki konumuna da vurgu yapmaya başlıyor.
Güzel ve ideal olana erişme çabası olarak nitelendirilen sanatın; nü olarak, yaşlı kadının yaşam alanının dört bir yanını donatmış olduğunu görüyoruz. Bir köşede durmakta olan erekte penis heykelini Alex’in kurcalaması üzerine telaşlanan ve hiddetlenen yaşlı kadının, eline geçirdiği Beethoven heykelciliği ile Alex’e saldırması ve Alex’inde onu erekte penis heykeli ile öldürmesi bu sahnede izleyiciye sanatın şiddet ile içiçe geçmiş olduğunu bütünüyle sunmaktadır.
Alex’in yakalanması ve ardından hapse atılması ile film, artık suç – ceza ilişkisini ve hapishane sistemini sorgulamaya başlar. Gittiği hapishanede aşırı resmi davranışları ile dikkat çeken gardiyanın üniforması ve jestleri ile Hitler’e benzetilişi ve suçluların görevlilere yaklaşmasını önlemek için masaların önüne çizilen garip beyaz sınırlar, yönetmenin hapishanelerdeki anlamsız kurallara ve devlet dairelerindeki abartılı resmiyete yöneltmiş olduğu birer eleştiridir.
Alex buradan kurtulmak için uslu bir çocukmuş gibi davranır. Hapishane rahibinin gözüne girmek için İncil okur ancak okurken düşlediği İsa’nın çektiği acılar değil İsa’ya acı çektirenlerin aldığı hazdır. Yani onun için içsel olarak hiçbir değişim gerçekleşmemiş, aksine o hala eskisi gibi şiddeti arzulayan bir bireydir. Diğer suçluların pazar vaazındaki davranışlarınada baktığımızda değişmeyenin yalnızca Alex olmadığını görüyoruz. Burada yönetmen, hapishane sisteminin birey üzerinde herhangi bir içsel yaptırımı olmadığını, kötülüğü seçenlerin daima kötü olacağını iletmek ister izleyiciye.
Alex buradan Ludovico tekniğine denek olmak koşulu ile iki sene sonra ayrılır. Beynine takılı çeşitli aletlerle, suç görüntüleri ve klasik müzik dinletilerek gerçekleştirilen bu beyin yıkama tekniği hükümetin yaklaşan seçimler öncesi politik çıkarlar doğrultusunda uygulamaya sokmayı düşündüğü bir çalışmadır. Alex’te insana seçme hakkı tanımayan, onu tıpkı bir robota çeviren bu çalışmanın ilk kurbanı olur.
Buraya kadar seyircinin mesafeli şekilde yaklaştığı Alex, artık mağdur konuma düşmesi ile seyircinin özdeşleşebilmesine olanak tanır bir konuma geçer. Film, asıl sorgulanılmasını istediği ”İnsan iyilik yapma özgürlüğü elinden alınırsa gerçekten iyi bir insan mı olur ?” sorusunu izleyiciye buradan itibaren yöneltmeye başlar ve normale dönen Alex’in klasik müzik eşliğinde düşlediği seks sahnesi ile de sonuca bağlanır.
SONUÇ
Usta yönetmen Kubrick, bu filminde jenerikten filmin sonuna dek; renk, kostüm, makyaj, dekor, ışık, objektif seçimi, kamera hareketi ve kadraj gibi sinemasal anlatım unsurlarını kullanarak distopik ve kaotik bir dünya profili çizmiştir.
Bu çizdiği dünya profilini de oyunculuklar, karmaşık karakter kişilikleri ve zıt anlamlı unsurların birlikte kullanışı ile de güçlendirerek, bugün dahi yanına yaklaşılamayacak
kusursuzlukta bir başyapıt ortaya çıkarmıştır.
KAYNAKÇA
KABADAYI, Lale , (2013) ‘’Film Eleştirisi’’ , Ayrıntı Yayınları , İstanbul
ARİJON, DANİEL , (2005) ‘’Film Dilinin Grameri’’ , Çev. Yalçın Demir , Es Yayınları
MONACO , James , (2000) ‘’Bir Film Nasıl Okunur’’ , Çev. Ertan Yılmaz , Oğlak Yayınları
DUJİSENS, Florian, (2008) ‘’Film’’ , Çev. Yasin Kara , Ntv Yayınları , İstanbul
İNTERNET KAYNAKÇASI
http://film.com.tr/eniyiler.cfm?aid=9789&yazi=otomatik_portakal_(clockwork_orange)
http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/542659-ileri-goruslu-mukemmelliyetci
http://mervedeniz.wordpress.com/2013/01/13/stanley-kubrick-filmografi/#more-239
http://kusurluanalizler.blogspot.com.tr/2012/01/yonetmen-stenley-kubrick.html
https://andante.com.tr/index.php?page=makale_detay&makaleID=106
Bu Eleştiriyi Paylaşın!