Film Eleştirisi, Sinema, Film eleştirileri, Film kritik, Film yorum
Film Eleştirisi, Sinema, Film eleştirileri, Film kritik, Film yorum


Meleğin Sırları






“Amerika’nın göçmenlere ihtiyacı var.“
Son kırk yılda taşıyabileceğinin üstünde göçü kabullenmiş, şişman bir Amerikan kenti… Yabanci dil öğrenmek gibi masum bir arzuya kavuşmak için yola çıkmış bir Türk kızı… Yaralı ama yine de güvenli bir anne kucağından ilk ayrılış…
Ebru o kentin içinde kendisini ne kadar ve ne pahasına var edebilir ki?…
“Meleğin Sırları”nın film örgüsü bu ana temadan yola çıkmış ve Ebru’nun bir zaman  önce  ölen babasından geçtiği kuvvetle muhtemel şizofreninin, geçirdiği travmalar ışığında görünür olmasıyla ilerlemiş…
Filmin yönetmeni Aclan Büyüktürkoğlu filmin son sahnesinde aslında filmi bitirmeyip, Ebru’nun  öyküsü izleyicinin gözlerinin arkasında başlamasını sağlamış: Ebru hayatına bir/sıfır yenik başlayacak… Şansı yaver giderse durumunu lehine çevirecek. Yönetmen bizi film boyunca “Ebru’ya olanlara” tanıklık ettirmekle birlikte,  ötesiyle ilgili bizim hayal gücümüze güvenmiş.
Filmlerde fena halde görmeye alışık olduğumuz klasik kahraman tanımı, “Meleğin Sırları”nın her karesinde bilinçli olarak yok edilmiş. Filmin kahramanı Ebru ile  özdeşleşme değil, yabancılaşma yaşadığımı itiraf etmeliyim. Bu yabancılaşma yine bilinçli olarak yapılmış, böylelikle olayları içsellestirmemize izin vermemiş – çünkü hayatın içine eleştirel bakmamızı istemiş, Aclan Büyüktükoğlu.

                                                                                                                                                                                                                   Aclan Büyüktürkoğlu

Ebru’nun, Amerika’nın bir kentinde başına gelenler izleyende duvara toslamak hissini uyandırıyor ve anlatıdaki başarı bunu hiçbir öykünmeye ihtiyaç duymadan yapmış olmasından kaynaklanıyor. Çağdaş anlatının hedeflediği, izleyenine rahatsızlık verme hali filmin başından sonuna kadar (kimi zaman tempo düşse de) başarıyla gerçekleştirilmiş. Film yaralara işaret ediyor ve çözüm  önermeyi hedeflemiyor.

Oyuncu Nehir Erdoğan’nın hayat verdiği Ebru, filmin ilk yarısında sergilediği doğallığı ve sanki kurmacanın içinde değil de –hani- şimdi yanımızdan kalkmış, heyecanla ve umutlarla Amerika’ya dil  öğrenmeye gitmiş bir genç kızın dünyasını yansıtıyor: Ebru’yu hemen kanıksıyoruz… Abartısız oyunculuğu  övgüye değer. Filmin ikinci yarısından itibaren sergilediği “delirium” hali ile izleyicisini sarsıyor, Nehir Erdoğan.  Özellikle babası ile yüzleşmeye çalıştığı sahnede hayal kırıklığı sarmalından yükselip, acıyı yaşıyor ve izleyenine de yaşatıyor… Sevişme sahnesindeki masumiyeti de ayrıca  övgüye değer…
“Meleğin Sırların”da Ebru’nun annesi rolünde oynayan tiyatro sanatçısı Ayse Nil Şamlıoğlu’nun performansı oldukça etkileyici. Bir annenin çaresizligi içinde ve her şeye rağmen en akıl karı çözümleri üretmesiyle, vakitsiz göçmüş kocasından geriye kalan kendi hayal kırıklıklarıyla ve hayata karşı vazgeçmez tutumuyla dimdik karşımızda duruyor. Zaten Ebru’yu içine düştüğü kuyudan çıkartacak olan başta annesi olacak…
Sonuç olarak kabul etmek gerekir ki; edebi bir  öyküden (yazarı: Tülay Pirlant, kitabının adi: Rüzgarlı Şehir) bir film yaratmak kendi içinde zorlukları olan bir durum; üstelik bir yönetmenin ilk uzun metraj filmi olarak bunu yapmayı seçmiş olması takdiri hakediyor.


Bu Eleştiriyi Paylaşın!