Film, anlatı yapısına animasyon öğelerini dâhil ederek farklı bir atmosfer yaratmayı başarıyor. Bu öğelerle her ne kadar izleyiciye nefes aldırmaya olanak verse de, izleyicinin filmle duygusal bir bağ kurmasını engelliyor.
Yönetmenliğini Amerikalı yönetmen Alfonso Gomez-Rejon’un yaptığı ve 2015 Sundance Film Festivali’nde Juri Büyük Ödülü ve Seyirci Ödülü’ne layık görülen filmin senaryosunu yazar Jesse Andrews kaleme almış. Edebiyat uyarlaması olan ABD yapımı filmin görüntü yönetmenliği Chung-hoon Chung, müzikler ise Brian Eno ve Nico Muhly’e teslim edilmiş.
Türkçeye Ben, Earl ve Ölen Kız olarak çevrilen filmin konusunu, başkarakter olan Greg (Me) filmin başında monolog iç sesle şu kelimelerle aktarıyor: “Bu hikâye okuldaki son sınıfımla ve hayatımın nasıl mahvedildiği ile alakalıdır. Birde gerçekten birisinin ölümüne sebep olan çektiğim kötü filmle ilgili.”
Partlardan oluşan filmin ilk bölümü “Son Sınıfa Başladığım Bölüm”le hayat buluyor. Her bölüm açıklayıcı başlıklarla yaşanacak olan olayların ipuçlarını izleyiciyle paylaşıyor. Bu tercih merak unsurunu azaltıcı bir unsur olarak değerlendirilse de, yönetmenin merak unsuru oluşturmak gibi bir amacının olmadığını rahatlıkla anlayabiliyoruz.
Film, anlatı yapısına animasyon öğelerini dâhil ederek farklı bir atmosfer yaratmayı başarıyor. Bu öğelerle her ne kadar izleyiciye nefes aldırmaya olanak verse de, izleyicinin filmle duygusal bir bağ kurmasının önüne geçiyor. Filmde sıklıkla bunun bir duygusal tür olamadığı her fırsatta dile getirilirken, izleyicinin bu tür beklenti içine girmemesi film boyunca karakter Greg üzerinden hatırlatılıyor.
Yapımı ritm açısından değerlendirdiğimizde de yüksekten aşağıda doğru inen bir eğri olarak görebiliriz. Filmin başında hızlı kurgu geçişleri, kamera hareketleriyle hızlanan ritm, ilerleyen bölümlerde karakterlerin daha ciddi bir yapıya bürünmesi ve olayların olumsuz gelişimiyle yavaşlıyor. Nesnel kamera kullanımı ve cut geçişlerle izleyicinin filme adapte olması sağlanırken, Greg’in iç ses monologlarıyla ve animasyonlarla bunun bir film olduğu hatırlatarak, izleyici bir nevi film dışına itiliyor.
Film, Greg’in ( Thomas Mann) merkezinden hareket ederek, film çektikleri zenci arkadaşı Earl (RJ Cyler) ve annesi vesilesiyle hayatına dâhil ettiği lösemi hastası Rachel ( Olivia Cooke) karakteriyle bütünlük sağlıyor. Yan karakter olarak Greg’in ebeveynleri, Rachel’in annesi ve ana karakteri destekleyici olarak, filmde az bir süre alsa da, seksi kız ( Greg’in ifadesiyle) Madison yer alıyor. Earl karakterinin zenci olması ise Amerikan toplumunun homojen yapısını yansıtması açısından destek sağladığını söyleyebiliriz.
Genel olarak iç mekan çekimlerinin kullanıldığı filmde, duygusal bağın önüne geçmek içinde genel mekan aydınlatması tercih ediliyor. Duygusal bağın önüne geçmek için tercih edilen bir diğer yöntem ise, yönetmenin ayrıntı ve yakın plan çekimi kullanmamaya özen göstermesidir.
Her filmin bir amaca hizmet ettiği su götürmez bir gerçek olarak karşımıza çıkarken, filmin sözünü Greg’le bir tartışmasında Rachel söylüyor. Filmde duygusal bağı koparmayan tek sahne olarak değerlendirebileceğimiz bu sahnede Rachel: “Benimle takılman için annen zorladı seni. Filmleri bana göstermen için Earl zorladı. Benim hakkımda film yapman için Madison zorladı. Bunlardan hangisini tam olarak sen yapmak istedin.” Diyerek, Greg’e karşı biriktirdiği kızgınlığı tek sahnede ifade ederek bu yükten kurtuluyor.
Filmin en dikkat çekici noktalarından bir tanesi de sinema tarihine geçmiş olan filmlere gönderme yaptığı sahnelerdir. Greg ve Earl çektiği birkaç filmin isimlerine baktığımızla Domates Portakal’la Otomatik Portokal’a, Yedi Fok’la Yedinci Mühür’e selam göndermeyi ihmal etmiyor.
Yapım izleyiciye verdiği ön bilgilerle kandırmayı da ihmal etmiyor. Filmin üçte birlik bölümünün sonunda Greg izleyiciye lösemi hastası Rachel’in ölmeyeceğini ve bu konuda rahat olmalarını söyleyerek, filmin sonunu açıklasa da filmin sonunda aynı Greg yalan söylediğini itiraf ederek, izleyiciden özür dilemeyi ihmal etmiyor. Her ne kadar mutlu son filmlerinden sıkılmış olsak da bu filmde de bir mutlu sona ihtiyacı olduğunu düşünebiliriz. Ama film beklenmedik bir sonla Rachel’i hayatımızdan alıyor. Film beklenti konusunda izleyiciyle oyun oynaması bir ilke haline getirmiş olacak ki, filmin son sahnelerinde Greg’le Madison’un baloya birlikte gidecekleri ve duygusal bir yakınlık kuracakları düşüncesi izleyicide yerleşirken, Greg hastaneye giderek Rachel’e karşı son görevi olan, onun için film çekme sözünü yerine getiriyor. Beraber film izlediği esnada fenalaşan Rachel komaya girerek hayatını kaybediyor. İzleyici Greg’le Madison’un balosuna odaklanacakken, Rachel’in ölümüyle yeni bir oyunun parçası haline geliyoruz. Ve az da olsa umut ettiğimiz Greg ve Madison yakınlaşması hiç başlamadan imha ediliyor.
Bu Eleştiriyi Paylaşın!