Filmin Özeti
1984 yılında, hayali bir ülke olan Oceania’da totaliter bir rejimin hüküm sürdüğü ortamda Düşünce Polisi biriminde görevli Winston Smith’in film zamanı olarak 15 güne sığdırılmış bir öyküsü izlenir. Winston kendisi gibi yüzlercesi ile, bölümlere ayrılmış küçük kabinler içinde, iktidar partisi tarafından dikte edilmiş cümlelerle tarihi yeniden yazma görevini sürdürür ve bütün eylemleri Big Brother tarafından izlenir. Winston’un çocukluğu 2. Dünya Savaşına denk geldiği için geçmişten yürek sızlatan hatıralar peşini bırakmaz. Acıları ile başedebilmek, kişisel duygularını paylaşabilmek için son derece masum bir eylemi – günlük tutma eylemini – Düşünce Polisi tarafından yasak olduğu için gizlice sürdürmektedir. Çünkü iktidar partisi özgür düşünceyi yasaklamıştır.
Winston’un hayatı Outer Party üyesi Julia ile tanışınca değişir. Julia’nın ne istediğini bilen, sorgulayan hali Winston’ı hemen etkiler ve birlikte totaliter rejim tarafından caiz olmayan bir ilişkiye başlarlar. İlişkilerini özgür bir ortamda yaşamak için (en azından Big Brother tarafından izlenmediklerine inandıkları bir ortamda yaşamak için) Winston rehin dükkanının üst katında yer alan bir oda kiralar. Julia karaborsadan aldığı gerçek çay, gerçek kahve, gerçek şeker ve giydikleri formanın dışında –nisbeten renkli- bir elbiseyi bu odaya getirir, sevgilisi ile paylaşır. Paylaşılanlar arasında elinde olanlarla çerçevelenmiş bir özgürlük anlayışı ve hoşnutluk/tatmin vardır.
Bu mutluluk Düşünce Polisi’nin onları basması ile sona erer. Eski bir katedral resminin arkasına gizlenmiş kamera ile totaliter rejim oda içinde yaşadıkları herşeyi kayıt etmiş ve zamanı gelince de ikisini kıskıvrak yakalamıştır. Düşünce Polisi’nin gizli ajanı olduğu anlaşılan rehinci Mr.Charrington’un ikisinin yakalanmasında yardımı da sözkonusudur.
Winston ve Julia ayrı ayrı sorgulanmak üzere Aşk Bakanlığına getirilirler. Sorgu sırasında acımasız davranılır. Bakanlığın başındaki bürokrat Mr.O’Brien sistemli bir şekilde işkence ile beyin yıkama eylemini Winston üzerinden gerçekleştirir. Beyin yıkama eyleminin son aşaması olan Room 101’de “kişinin başına gelebilecek en kötü şey” kavramı kişiye özel şekillendirilmektedir. Bu da her kişiye özgü korku (fobi derecesinde korku) ve yine kişisel travmalar aracılığı ile yapılır.
Sonunda Julia’nın da, Winston’un da devrimci, başkaldıran ve özgürlük yanlısı halleri kırılmıştır. Chestnut Tree Cafe’de birlikte otururlarken, birbirlerini nasıl ispiyonladıklarını anlatırlar, ikisi de artık sistemin adamı olmuştur. Cafe’nin duvarını boydan boya kaplayan ekranda Big Brother yine olmayan savaş üzerinden kazanılmayan zaferleri, anlı şanlı anlatırken Winston sessizce “Seni seviyorum”, der ve son karede önünde yer alan santranç tahtasının kenarına Mr.O’Brien’ın işkence ve beyin yıkama seansları sırasında
iki artı ikinin beş ettiğini, bazen dört de olabileceğini kabul ettirmesine gönderme yaparak, eliyle iki artı iki yazar, cevabını yazmadan ekran kararır.
Mekan Hakkında
“1984” bir ülkenin genel havasını vermesi açısından, herkesin (çalışan kesim) toplandığı geniş bir salonda başlar. Herkes sıra düzeninde ve yüzü perdedeki dev ekrana dönük oturur. Salonun ön sıralarında oturanlar gerek yaş, gerek soğukkanlı davranışları nedeniyle “yönetimin bekçileri” yani bürokratları görünümündedirler. Sonrasında kadın/erkek aynı formaya sahip (gri renkte olan) bir insan kalabalığı ve hemen arkalarda ise karışık düzen oturmuş yine kadın/erkek mavi formalılar dikkat çeker. İki formanın ifade ettiği durum iki ayrı politik partiyi işaret eder. İktidarda olan Inner Party’dir. Çok az bir yüzde ile muhalefet ise Outer Party’dir.
Filmde daha sonra sırası ile, hücre (cubicle) ofisler ve Winston’un ofisi görünür. Herkes birbirini görerek çalışır ama birbiri ile ilgili değildir. Amaç sistemi gözetim altında tutan Big Brother’in görüş açısını açık tutmaktan ibarettir.
Oceania ülkesinin sokakları ve evleri gri, yıkık dökük ve insana/doğaya dair hiçbir unsurun yer almadığı mekanlardır. Yolda görünen tek tük kişiler amaçları belli, bir yerden bir yere doğru hareket halindedirler. Winston’un yaşadığı apartman dairesi de sokaklar gibidir. Her evin bir duvarında kocaman yer alan Big Brother ekranı ve onun kısılmayan sesi bu kurak yaşamın merkezindedir.
Filmde karanlık, uzun koridor ve sonunda aydınlığa açılan kapı Winston’un rüyalarının metaforu olarak karşımıza çıkar. Aynı mekan, Aşk Bakanlığı’nın yetkilisi olan O’Brien’ın Winston’un beyninin içindekileri kontrol ettiği anda da kullanılır. Winston çocukluğuna dair acı anılarını 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkıntılar arasında hatırlar.
Oceania çalışanlarının yemek yediği mekan olarak kullanılan yemekhane bir hapishane yemekhanesinden farksızdır. Duvarlar gri, kişiliksiz, oturma sıraları ve masalar özensiz ve kuru, yemek tepsileri bir örnek metaldir. İçlerindeki yemekler ise adeta yemek taklidi yapan yapay nesnelerdir (Örn: Et tadında kübik parçalar…)
Sisteme ihanet edenlerin ziyaret ettiği kafe ile, sisteme uyum sağlamışların gittikleri kafe birbirinden ayrıdır. Biri tek tük, birbiri ile iletişimde olmayan insanları barındırır, diğeri ise hınca hınç, birbirinin üstünde, sarhoş insanlarla doludur.
Rehin bırakılan malların gelişigüzel doldurduğu bir dükkan (ki malzemeler 2. Dünya Savaşı dönemine ait ıvır zıvırlardan oluşur) ve üst katında yer alan, yıkık dökük, pis bir oda filmin ana mekanını oluşturur. Sistemin kendine uydurmaya erken yaşta başlattığı belli bir grup marş
söyleyen çocuk betimlemesi tren garında görülür. Gar da Oceania’nın karakteristik özelliklerine sahiptir (ne ağaç vardır, ne kuş, ne satıcı vardır, ne birbirini özlemle, hasretle bekleyen insanlar).
Winston’un rüyalarında gördüğü orman, Julia ile seviştiği orman olur. Aynı orman çocukluğunda annesini gördüğü ormandır. Aşk Bakanlığı’nın yetkilisi Mr.O’Brien statüsü gereği Winston’dan (ve onun gibilerinden) farklı bir yerde yaşar. Onun hizmetçisi, uşağı vardır. Nadir şaraplardan içer ve en önemlisi duvarını kaplayan Big Brother’ın sesini istediği zaman kapatabiliyordur.
O’Brien, Winston’u işkence odasına aldığında, her dönem aynı olduğunu tahmin edebileceğimiz bir mekanda buluruz kendimizi: duvarlar rutubetten kararmıştır, yerler ıslaktır, işkence aletleri soğuktur. O’Brien, Winston’u korkuları ile yönetmeye başlayıp zihnine girdiğinde mekan karanlık olur. Karanlık kötü sürprizler getirir.
“1984” filmi toplam 16 ayrı mekanda geçer . Film öyküsü ise 2 ila 3 hafta içinde gelişen olayları ele alır. Gece ve gündüz geçişleri dış mekanlarda ve rüya sekansları yardımı ile verilir. Öyküsel zamanın geçişi, filmin kahramanı Winston’un dönüşmesinin kademeleri ile gösterilir. Kahraman önce sistem tarafından uyuşturulmuştur; günlük rutin içinde (ofis, toplanma alanı, yemekhane, ev) hareket eder. Kendini bir tür sorgulamaya aldığı sahneler çoğunlukla kendi evindeyken ve sevgilisi Julia ile beraberken rüya sekansları ile birlikte verilir. Julia ile gözlerden uzak yaşadığını sandığı ilişkisinde hissettiği tatmin ve mutluluk hali zincirleri kırabileceğine dair bir umut oluşturur ki bu da mekan olarak orman ve dükkan üstü odada geçer.
Film Kişileri Hakkında
Filmin baş kişisi Winston, 45’lerinde, anne/baba ve kızkardeşini
2.Dünya Savaşı’nın hırçınlığında kaybetmiş, dolayısıyla bunun travmasını derinlerde yaşayan, totaliter iktidar nedeniyle hayata karşı heveslerini yitirmiş bir adamdır. Filmin serim bölümünde insana dair iç kıpırtıları, umudu duymaya başlar ancak sistem onu filmin sonunda yakalar ve yeniden kendine uydurur.
Filmin kadın kahramanı Julia, muhalefet partiden, açık sözlü ve açık fikirli bir kadındır. Korkuları yok görünür ancak sistem onu da ele geçirir. Aşk Bakanlığı’nın bürokratı Mr.O’Brien korkulası bir karakterdir, zira nerede şefkat göstereceğini, nerede sert olacağını, nerede can yakacağını bilen, sisteme –aradaki gediklerine rağmen- bağlı bir görev adamıdır.
Dizimsel Yapısı Hakkında (Kurgusu)
“1984”ün kurgusu kimi zaman akıcı, kimi zaman ise durağandır. Filmin başlangıçtan ilk dönüm noktasına (1.plot point) kadar olan hazırlık kısımında, filmin nasıl bir ortamda, nasıl bir tema içinde geçeceği metafor kullanılmadan, genel çekimlerle ve kısa kesmelerle verilir.
İlk dönüm noktasından sonra ikinci dönüm noktasına kadar yer alan yüzleşme bölümü, karakterin dönüşümünü de sergileyebilmesi açısından uzun süreli çekimlere yer verir. Filmin bu bölümü düz ve sıralı bir anlatım sağlayacak şekilde kurgulanmış, ileri gidiş ve geri dönüşlere çok az yer verilmiştir.
İkinci dönüm noktasından sona kadar yer alan çözüm bölümünde ise yakınlaştırılmış bir zaman dilimi sunulur. Mekanlar aynı kalsa da kısa kesmeler sayesinde tansiyon yükseltilir. Ayrıca bu filmin ses kurgusu eşzamanlı olarak yapılmıştır. Filmin ana müzik teması gerilim üzerine kuruludur.
Senaryo Üzerinden
Filmin ilk yarım saatlik süreci zamanı daraltarak kullanım açısından önemli ip uçları verir. Senaryonun 10. dakikasında kahramanın yolculuğunun değişebileceğinin ilk işareti duvar içine saklanan defteri gördüğümüz an ile verilir. Senaryonun birinci dönüm noktasına doğru gidilirken, kahramanın yaşam rutinine bir çentik atan sahne senaryonun 22. dakikasında gerçekleşir: Dükkanın üstünde yer alan kiralık odayı gezer (Neden gezdiğini henüz kendisi de bilmez). Senaryonun birinci dönüm noktası 30. dakikada Julia ile ilk defa konuştuğu yer olan yaya geçidi olur. Kahraman, sevgilisi olacak kadından yazılı bir “Seni seviyorum” mesajı alır ve kahraman bu noktadan itibaren hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı döngüye girer.
Senaryonun serim bölümü 31. dakikadan 72. dakikaya dek uzanan kısımda gerçekleşir. Kahraman Julia ile sevgili olur, sistemi sorgular, aşkın insana verdiği coşku duygusu ile bir takım şeyleri değiştirebileceğine dair inanç geliştirir (en azından oradan kaçabilirler mesela) ta ki sistem üstünlüğünü ıspat edip onları yakalayana kadar. 72. dakikada yer alan yakalanma sahnesi filmin doruğunu oluşturur. Bu aynı zamanda senaryonun ikinci ve son dönüm noktasıdır çünkü kahraman tekrar hiçbir şeyin bir önceki gibi olamayacağı bir döngüye düşer.
Doruk noktasından senaryonun sonuna kadar kısım filmin geneli gözönüne alınarak düşünülecek olursa hızlıdır. Kahramanın içinde yer aldığı sistem kirli ve çirkin yüzünü burada gösterir. Kahraman hızla dönüştürülür ama en son sahnede izleyiciyi şaşırtır: Gerçekten kahraman dönüşmüş müdür, yoksa insan aklında yer alan düşünceleri bile kontrol eden, yöneten bir yönetim şekli olabilir mi?
Yorum
Bu film, türünde yeni ve benzersiz olması nedeniyle olduğu kadar, George Orwell’in 1947 yılında filme konu olan romanı yazdığı gerçeğinden hareketle gelecek için kaynaklık teşkil etmesi açısından önemlidir. Totaliter rejimin her yerde gözü ve kulağı olacağı, romanın yazıldığı yılda Avrupa’da (S.S.C.B. dahil) toplam televizyon izleyici sayısı yaklaşık 3 milyon kişi olmasına rağmen, ekranın, izlemenin bir fenomen olacağı Big Brother tanımlamasıyla önceden sezilmiş ve romanda (ve filmde) yerini almıştır. Kişileri korkularından yakalayıp, kendine doğru dönüştüren yönetimler tehlikelidir. Korkan insan herşeyi yapar, çünkü…
Kuşkusuz 2.Dünya Savaşı maddi kayıplarının ötesinde manevi kayıplar ortaya koymuştur. Psikolojik çöküntü, savaş sırası ve sonrası bir kaç kuşağı etkilemiştir. George Orwell’in romanı yazdığı yıl tüm bu çöküntülerin kendisini yavaş yavaş göstermeye başladığı yıldır. “1984” Avrupa’yı olduğu kadar tüm dünyayı etkilemiş bir totaliter rejim eleştirisi olduğu kadar, filmin başlangıç cümlesi olan, “Geçmişi kontrol altına alan, geleceği kontrol altına alır. Şu anı kontrol eden, geçmişi de kontrol eder” temasından hareketle hem içinde bulunduğumuz zamanda hem de gelecekteki yönetimler için bir yeni paradigma oluşturur kanısındayım.
En iyi niyetli soru ile; bu kadar kameranın bulunduğu bir ortamda toplanan veriler onu eline geçiren için bir iktidar olmaz mı?
Aytuna Tosunoğlu
Anadolu Hisarı, Temmuz 2012.
Bu Eleştiriyi Paylaşın!