Son hafta yaptığı gişe hasılatı ile Türkiye vizyon tarihine adını en tepelere yazdıran; şanlı, heyecanlı ama biraz kanlı fetihler tarihimizden bir kesit sunan “Fetih 1453″, hakkında daha uzun süre konuşulacak Türkiye sinema tarihinin gelmiş geçmiş en büyük prodüksiyonu.
Büyük beklentilerle vizyona giren filmin izlenme oranları bu beklentileri karşılayacak gibi. Fazla dolandırmadan söylenebilir ki; hemen her açıdan bu türe hazır, Kurtlar Vadisi serisi ile de yeterince işlenmiş olan milyonlarca sinema seyircisinin salonları dolduracağı, doldurmaya devam edeceği aşikâr.
Ayrıca görsel efektlerinin abartılı şekilde öne çıkarılarak lanse edilmesinden ve evet biz Türk sinemacıları da görkemli savaş filmler yapabiliyormuş hezeyanı ile vizyona getirilmesinden lezzetini biraz kaybettiği de söylenebilir.
Daha başlarken bu fethin dini motivasyonlarına değinip seyirciyi filme hazırlayan yönetmen, film boyunca fethin dini açıdan önemine, sadece Osmanlıya değil İslama müjdelenen bir fetih olduğuna vurgu yapıyor.
Fragmanları yayınlanmadan gözlerin üzerine çevrildiği bir film oldu “Fetih 1453″… Klasik Türkiye sineması örneklerini aşan, grafik anlamda fazlasıyla heyecan yaratan film; Yüzüklerin Efendisi serisi ile gözlerimizin iyice alıştığı sonra “Truva” “Cennetin Krallığı” gibi filmlerle ayyuka çıkan görkemli savaş filmlerini fazlasıyla hatırlatan, bol para dökülmüş, efektlere boğulmuş kan revan bir dev fethin hikâyesini anlatıyor.
Tabii ki ve kaçınılmaz olarak bu kaleyi elinden kaçırmamak için kıyasıya savaşan bir başka büyük dini cephenin yenilgisinin hikâyesi…
“Fetih 1453″; milliyetçi enstrümanlarını bonkörce kullanarak, hem sinemasal hem de siyasal/sosyal açıdan kendini yalnızlaştıran ve ne yazık ki Türkiye coğrafyasına hapseden bir film olmuş. Bize özel ve bize güzel sahneleri ile sinema salonlarını doldurması kaçınılmaz olan bir kahramanlık destanı. Gemileri sırtlayan yiğit Osmanlı neferleri… Yer yer kanınızı donduracak nefeslerinizi kesecek kadar başarılı bir görselliğe ulaşsa da bazı sahneleri henüz yol almamız gerektiğinin işaretlerini veriyor. Savaş sahnelerinin bize tanıdık gelmesi bir yana etrafta koşturan uzun saçlı sakallı yeniçeriler ile film komikleşebiliyor. Uzun saçlı sakallı yeniçeriler ve pazulu üçgen vücutlu lağamcılarla osmanlı fethini anlatmak biraz zorlama olmuş. Bizans imparatoru gibi figürlerin Cüneyt Arkın filmlerinden fırlamış gibi tasvir edilerek karikatürize edilmesi de ayrı bir sorun. Bizans komutanının büyük bir alanda yaptığı konuşma var ki; filmden kopmak istemiyorsanız seyircilere odaklanmayın. Tam bir görsel facia.
Senaryo ise amiyane tabir-i ile dökülüyor. Köse olan Akşemseddin’in sakallı tasviri, Ulubatlı’ nın yaptıkları hatta varlığı, tüm topların yapımının Urbana bağlı olması, Savaştan önce iki imparatorun teke tek konuşmak için atlarıyla gelmesi (Biraz Cennetin Krallığında ki Selahaddin’in konuşma anına benzemedi mi?), Sultan Mehmet’in tespihinin üstünde tepinmesi gibi saymakla bitiremeyeceğimiz hem tarihsel hem de kurgusal hataları ile film çok eleştirilecek gibi…
Sultan Mehmet’in yüz binlerce ölümü gerektirecek bir fethin gücünü islami motivasyonlarda aradığına değinen tarihi kaynaklar varken film zorlayıcı bir kahramanlık hikâyesine soyunacağına şanlı tarihimize biraz gerçeğin penceresinden baksaydı otuz milyon liraya yakın para adına çok mu hatalı olurdu ? Bizde tarihimizde ne olmuş bitmiş bir bakıverirdik. Oysa abartılmaktan komikleşmiş bir hikâyeye dönüşmüş İstanbul’un fethi.
“Hayde bre İstanbul… Ya ben seni alacağım ya da sen beni.” Bu kadar mı dır İstanbul’un fethi ? Bu kadardır diyenlere film, her sinemada 3-5 salonda gösterimde.
Bu Eleştiriyi Paylaşın!