Film Eleştirisi, Sinema, Film eleştirileri, Film kritik, Film yorum
Film Eleştirisi, Sinema, Film eleştirileri, Film kritik, Film yorum


Dövüş Kulübü
Yazan : Ahmet TOKUL

Dövüş Kulübü
Yönetmen
David Fincher
Senarist
Oyuncular
Helena Bonham Carter
Brad Pitt
Edward Norton
Tür
Dram, Gerilim
Yapım
139dk. Abd - Almanya, 1999






“Sizler işiniz değilsiniz, sizler paranız kadar değilsiniz, sizler bindiğiniz arabalarınız değilsiniz, kredi kartlarınızın limitleri değilsiniz, sizler iç çamaşırı değilsiniz. Sizler dünyanın dans edip şarkı söyleyen pisliklerisiniz!”.

Hiç sözünü esirgemeyen, neredeyse her repliği üzerine sayfalarca kompozisyon yazılabilecek bir film, “Fight Club”. Bu replikten de anladığımız üzere, 21. Yüzyıl kapitalizmini ve yarattığı toplumu, kültürü amansızca eleştiren bir kült eser. 1996 yılında Chuck Palahniuk tarafından kaleme alınmış olan “Fight Club” isimli roman, 1999 yılında aynı isimle beyaz perdeye uyarlandı. Yapımcılığını Dust Brothers’ın üstlendiği film David Fincher tarafından yönetildi. 90’ların yani 20. Yüzyılın sonunda çekilmiş olan film, kökleri daha gerilere dayanan 21. Yüzyıl kapitalizminin yarattığı topluma ve popüler kültüre sert tokatlar çarpmakta. Ancak sistemi eleştiren hemen hemen her Amerikan filminde olduğu gibi bu filmde de, biraz irdelediğimiz takdirde bazı samimiyetsizlikler ve ticaret kokan olaylar gözümüzden kaçmıyor. Film sistemden bunalmış olan izleyicilerini mastürbasyon etkisiyle rahatlatıyor, koltukları dolduruyor ve inanılmaz gişeler yapıyor. İçerik olarak sert eleştiriler içerse de teknik olarak egemen sistemin sinema kültürünü yeniden üretiyor. Bir nevi, kültürle endüstriyi birleştiriyor. Ayrıca film çok gişe yaptığından dolayı sonrasında hoş olmayan ticari adımlar atılıyor. Yazımızda filmin bu yönünü bir kenarda bırakmaya çalışıp daha çok içeriğiyle ilgileneceğiz ve sistem eleştirisi üzerine önemli noktaları ortaya çıkarmaya çalışacağız.
Filmde aynı zamanda anlatıcı konumunda olan Edward Norton’un canlandırdığı karakter, vahşi kapitalizmin içerisinde sıradan bir beyaz yakalıdır. Her şeyi vardır, güzel para kazanır, istediği şeylere sahip olabilir. Ya da ona dayatılan şeyler içerisinden bazılarını seçmekte özgürdür sadece. Tıpkı bizler gibi sahip olduğu malların kölesidir. Böyle bir hayatı olan karakterimiz, Marx’ın yabancılaşma kavramını hatırlatacak bir süreç içerisindedir. Filmin başında uykusuzluğa yakalandığını, yaptığı işten bir anlam çıkaramadığını, sıkıcı bir ofiste bilgisayar başında oturan ve fotokopi çeken insanların arasında olduğunu görürüz. Ayrıca tüketim kültürü galaksisinin bir numaralı yıldızları olan ürünleri birer gezegen gibi gösterip, aslında hepsinin birer çöp parçası olduğuna dair ayrıntıyı da gözden kaçıramayız. Dünyanın sahibinin artık devletler yerine şirketler olduğunu anlatan sahnede, yeni bulunacak olan gezegenlerin isimlerinin dahi artık şirketler tarafından belirleneceği söylenir. Bu noktada günümüz dünyasını aklımızdan geçirdiğimizde, artık üzerinde güneş batmayan imparatorluklar yerine üzerinde güneş batmayan şirketler olduğunu görürüz. Bir Apple devletinin başkenti ABD’dir, üretim bölgesi Asya, pazarı tüm dünya ve gelecekte yeni gezegenler…

DAVID FINCHER

Norton’un canlandırdığı karakter ilk katıldığı seans olan testis kanserlilerin toplantısında Bob’la tanışır. Bob günümüzün kendisiyle barışık olmayan, başkalarına güzel görünebilmek için her şeyi deneyen, steroid kullanan, kas şişiren, estetik yapan, yüzünü makyaj kutusuna batıran ama sonu hep hüsranla biten ve kendisi olma yoluna geri dönen bir bireyin temsilidir. Sistemin bize dayattığı farklı olmaya çalışma dürtüsü, bunun için dayatılan tüketme arzusu ve sonrasında aslında herkesle aynı olduğumuzun farkına varışının bir temsili.
Sigorta şirketinde çalışan karakterimiz bu sebeple sık sık seyahat etmekte ve kaza olan yerlere gitmekte. Bu anlar içerisinde gösterilen uçak yolculuklarında, kalınan otellerde, havaalanlarında karakter tek kullanımlılığa takmış. Otellerdeki şampuanlar, diş fırçaları, macunlar, uçakta dağıtılan şeyler vs. Ve hatta bu esnada kurulan dostluklar. Bunların hepsinin tek kullanımlık olduğunu söylüyor karakter. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi. Sistem bize tüketmeyi öyle dayatmış ki, bir giydiğimizi bir daha giymez, senede bir telefonumuzu değiştirir, yenisi çıkan şeylerin eskisini çöpe atar duruma gelmişiz. Hatta içi boş aşkla tutuştuğumuz sevgililerimizi tüketince yenisini arar, son kullanma tarihi biten dostlarımızı değiştirir noktaya gelmişiz. Tüketim kültürü kaçınılmaz olarak ilişkilerimizi de etkiler duruma gelmiştir. Vahşi kapitalizmin toplumdaki sonuçlarından birisidir bu.
Karakterimizin Tyler’la tanıştığı uçak sahnesinde, Tyler uçaklara oksijen maskelerinin neden koyulduğu hakkında konuşur. Sanıldığının aksine havasız kalındığında nefes almak için değil, panik anlarında kafa yapıp insanları rahatlattığı için var olduğunu söyler. Yani uçak düşerken insanlar endişeye kapılmak yerine oksijen maskelerini taktıklarında, uçağın düşmesi pek umurlarında olmayacaktır. Bizim de bugün izlediğimiz Tv programları, satın aldığımız tüketim malları vs. tıpkı bu oksijen maskelerinin görevini görmüyor mu? Film bu yaklaşımı ile sistemin sömürdüğü, geçimini zor sağlayan bireylere işaret ediyor , kendileri için yaklaşan kıyametin farkına varmamalarına değinerek , oksijen maskelerini takıp televizyonda lüks hayatları izliyip, kendilerine taksitle son model bir cep telefonu alıp rahatladıklarını ve bir nevi uyuştukları durumuna gönderme yapıyor.
Karakterin evinin yandıktan sonra Tyler’la bira içtiği sahnede geçen diyalog, neredeyse filmin genelinde verilmek istenenin bir özeti. Karakterimiz neredeyse her şeyinin var olduğunu ama hepsinin yanıp gittiğini söyler. Bunun için üzülse de aslında biraz rahatlama yaşamaktadır. Çünkü ona hükmeden şeylerden kurtulmuştur. Tyler burada tüketim toplumuna göndermelerde bulunur. Cinayet, suç, fakirlik umrumuzda değil, tek düşündüğümüz magazin dergileri, beş yüz kanallı televizyonlar, iç çamaşırlarında kimin adının yazdığı. İşte tüketim toplumundaki insanın genel bir özeti.
Tyler’la karakterin dövüşmeye başladığı ilk sahnelerde, çevreye toplanan ve dövüşe katılan adamların içinden birisi, “Ben de dövüşebilir miyim?” der. Bu adam takım elbiseli, kravatlıdır. Ve Tyler ona, “Tamam, kravatını çıkar.” der. Burada toplumun orta sınıfı diyebileceğimiz, rahat yaşamlara sahip oldukları düşünülen beyaz yakalıların aslında ne kadar sıkıldıkları, onlara sahip olan mallardan kurtulmak için fırsat aradıklarını, onların da sömürünün bir parçası olduklarını görürüz. Aslında ana karakterin durumu da bundan farklı değildir. Tıpkı Gezi olaylarında, mesaiden sonra kravatlarını açıp sokağa dökülen birçok beyaz yakalı gibi, onlar da saatlerce mesai yapıp hiçbir sosyal faaliyete vakit kalmamasından, tek yapabileceklerinin bir malı satın alarak rahatlığa kavuşmak olmasından kurtulmak istemektedir.
Sahneler ilerledikçe dövüş kulübünün gittikçe büyüdüğünü ve yeni üyelerin katıldığını görüyoruz. Garsonlar, beyaz yakalılar, hastalıklılar vs. Toplumun alt kademesinde bulunan, ezilen, derdi olan ve boşalma ihtiyacı hisseden tüm bireyler soluğu dövüş kulübünde almaya başlıyor ve bu iş gittikçe toplumsal bir hareket haline dönüşüyor. 21.Yüzyıl tüketim toplumunda olan birçok toplumsal hareket gibi bu hareket de sınıfsal bir kavram üzerinden ortaya çıkmıyor. Tyler’ın kulüpteki adamlara konuşma yaptığı sahnede, günümüz toplumundaki insanın bir özetini daha görüyoruz. Bütün bir neslin benzin pompaladığını, beyaz yakalı köleler olduğunu, reklamlara kanıp arabalar kovaladığını, nefret ettikleri işlerde çalıştıklarını söyleyen Tyler büyük buhranı yaşamamış, savaş görmemiş gençlerin tek savaşının içlerindeki savaş olduğunu söyler ve en büyük bunalımlarının hayatları olduğuna değinir. 21. Yüzyıl kapitalizminin insanı getirdiği son nokta gerçekten budur. Bugün tüm toplum huzursuz ve bir şeyden şikayetçi, ancak neden şikayetçi olduklarının tam olarak farkında değil. Sorunun kaynağı olan sınıfsal çelişkileri irdelemek yerine etnik, cinsiyet gibi daha bireysele indirgenebilecek dertlere sahip olan toplum, tıpkı filmde derdi ayrı olan her insanın temel hedef için birleştiği gibi birleşmektedir. Artık 21. Yüzyılın toplumsal hareketleri sınıfsal değil daha bireysel dertler üzerinedir.
Filmin sonunda tüm dertlerin ortak çıkışı olan “ekonomi”ye, kapitalizmin merkezlerine, saldırılar düzenleniyor ve tüm binaları yok ediliyor. Tyler’ın aslında kendisi olduğunu öğrenen karakterimiz yaşadığı karmaşadan sonra çözüme ulaşıyor. İçeriğinde söyleyecek sözü olan, post-modern unsurlar da taşıyan “Fight Club”, tam bir 21. Yüzyıl kapitalizmi ve onun yarattığı tüketim toplumu eleştirisi. Ancak yazının başında da söylediğimiz gibi, film egemen sistemi eleştirirken bir yandan da, yaptığı gişenin memnuniyetiyle bundan yararlanmak istiyor. Verdiği mesajlarla ve yansıttığı içerikle tamamen tezat olarak filmin bilgisayar oyununu çıkartılıyor. Film bir yandan tüketim kültürünü eleştirirken bir yandan da bu kültürden yararlanıyor.


Bu Eleştiriyi Paylaşın!