Orçun Benli’nin yönettiği ilk uzun metrajlı film olan “Bu Son Olsun”, bizlere, en genel anlamda 12 Eylül dönemine dair karamizahi bir bakış sunuyor. Film, evsiz barksız 5 kafadar olan Yaşar, Apo, Kovboy Ali, Cevat ve Ertuğrul’un yaşam profili üzerinden 80 ihtilali döneminde yaşanılanlara ayna tutarak bizlere o dönemde yaşanılanları farklı bir gözle görebilmemize imkan veriyor. Sokaklarda yaşayan bu beş evsiz 12 Eylül 1980 sabahı geldiğinde sokağa çıkma yasağı ile karşı karşıya kalırlar. Herkesin evinde kalmasını şart koşan sokağa çıkma yasağı, tek evleri sokak olan bu beş kafadar için içinden çıkılması güç bir paradoksun da içine girmelerine sebep olur.
Filmin çok değerli bulduğum birkaç önemli noktası var. Öncelikle alışıla geldiği üzere hazırlanan diğer benzeri ihtilal filmlerinde olduğu gibi “hey halkım bak bize ne kötülükler yaptılar, bizi ne çok üzdüler “ gibisinden ağlamaklı bir yol yerine, Kemal Sunal, İlyas Salman filmlerinin temsilcisi olan siyasi komedi türünde bir eser ortaya koymayı seçmiş olmalarıdır. Böylece tıpkı eskisi kadar keyifli ve seyiri zevkli ama bir o kadar da mesaj ve duygu yüklü güzel bir çalışma ortaya çıkmış oldu .
Bir diğer önemli bulduğum nokta ise; senaryoya dair hissedilen özen ve intizamdır. Filmi ilk izlediğimde, ben de diğer birçok Türk izleyicisi gibi sabit bir ön yargı ile filme yaklaşma refleksi gösterdim. Hatta daha ilk sahnelerdeki o haykırışı yüksek isyankar kareleri görünce “Evet işte gene başlıyoruz, acıların dünyası manzaralarına” dediğimi hatırlıyorum. Fakat devamındaki kareleri daha dikkatle izlediğinizde suyun üstündeki yaprakların altında farklı türde balıkların yüzmeye çalıştığını görünce bir merak sardı içimi. Nitekim hikayenin baş kahramanlarından olan 5 kafadarın hiç de kahramanca olmayan yaşam mücadelesine şahit oldukça hikayenin hiç de alışılagelen bir düzlemde devam etmeyeceğini de farketmeye başlıyor insan. Senaryo en baştan en sona kadar, gerek olay örgüsü gerekse karakter yansıtmaları bakımından benzer çalışmalarının çok ötesinde bir başarıyı da ortaya koyuyor.
Bizlere sinema derslerinde ideal bir film senaryosuna dair 3 temel öğe olduğu bilgisi verilirdi: Sağlam bir olay örgüsü, yaşayan karakterler ve onların hissedilen psikolojisi ile karakterlerin ağzına yakışan dinlenilebilir diyaloglar. Bu filmde bu ideal üçlüye dair kriterlerin diğer benzer Türk Filmleri’ne göre çok daha kaliteli bir şekilde uygulanabildiğini görmüş olmak gerçekten umut verici derecede güzel.
Şükrü Üçpınar’ın gözünden “Bu Son Olsun”.
Yazımızın bu noktasında, filmin ortak senaristlerinden olan Şükrü Üçpınar’la yapılan internet röportajına dair notları da sizlerle paylaşmak istiyorum:
1.sorum: Klasik bir başlangıç sorusu: Nerdeyse Kemal Sunal döneminden beri bu tipte bir siyasi (kara) mizah filmi denemeleri çok fazla yapılmadı denebilir. Böyle bir filmi çekmeyi ilk olarak ne zaman ve nasıl düşündünüz?
Şükrü Üçpınar: Bizce unutuldu. Unutulmanın ötesinde farklı bir komedi anlayışına gidildi. Zamanında milyonlarca insanın sinema salonlarında seyrettiği ve halen televizyondan defalarca tekrarını izlemeye devam ettiği filmlerin artık iş yapmayacağı, izlenmeyeceği yönünde yaygın bir inanış hakim oldu. Bizim “Bu Son Olsun” filmine başlamamızın, nedeni biraz da bu yaygın kanıyı çürütmekti. Arzu Film ekolünü tekrardan hayata geçirmeye çalışıyoruz. Misal “Kibar Feyzo” filminin senaristi İhsan Yüce’dir. Ancak senaryoda Yavuz Turgul’un da emeği vardır, onun dışında birçok oyuncunun da… Biz “Bu Son Olsun” filminin senaryosunu tamamladıktan sonra filmde karakterlere hayat veren oyunculara okuttuk ve onların fikirlerini aldık. Senaryoya son halini verirken onların fikirlerini göz önünde bulundurduk. “Bu Son Olsun” üzerine ilk defa 2008 yılında çalışmaya başladık. Ancak araya başka işler girdiğinden dolayı senaryoya 2010 yılının Kasım ayında başladık. Ancak filmin ana fikri çok öncelerden beri aklımızdaydı. 12 Eylül ve sokağa çıkma yasağı karşısında sokakta yaşayan insanlar ne yapmıştır sorusu üzerine hikâye şekillendi.
2.soru: Film karakterlerini oluştururken nelere dikkat ettiniz? Bilhassa Yaşar ve tayfası için ne gibi yaklaşımlar kullandınız? Ayrıca, Ertuğrul karakteri ile biraz da içeriye(!) bir gönderme yapılıyor diyebilir miyiz?
Şükrü Üçpınar: Film karakterlerini oluştururken öncelikle neleri sembol ettiği üzerine durduk. Filmi dikkatle izlediğimiz de o evsiz grubun küçük bir Türkiye oluşturduğunu görüyoruz. Yaşar orta sınıf bodrumlu bir ailenin çocuğu. Kovboy Ali Adanalı yoksul bir aileden geliyor. Apo Çingene bir karakter. Biraz da öfkesi ötekileştirilmiş olmasından kaynaklanıyor. Cevat bir Kürt. Dilsiz olmasının nedeni de alt metinde onun Kürt olmasından kaynaklanıyor. O yıllarda tanımlanamayan bir dile sahip olmasından dolayı konuşmasının da çok anlamı kalmıyor. Ertuğrul ise diğer karakterlerden ayrılıyor. Diğer karakterlerin hayata karşı bir karşı duruşu var. Sistem içine kabullenilmiyorlar, ancak onlar da sistemi kabul edecek karakterler değil. Ancak Ertuğrul sistem içinde yer bulamasa da oraya girmeyi, doğru tabirle köşeyi dönmeye çalışıyor. Bunu ilk bulduğu fırsatta da yapıyor. Ancak bu beş karakter tıpkı o dönemki Türkiye halkı gibi seyirci durumda. Olan biteni sadece izliyorlar. Ta ki 12 Eylül’ün faşizan yanıyla tanışana kadar. Orada bir karar vermeleri gerekiyor. Ya olan bitene ses çıkarmayacak ve hapishane içinde kendilerine bırakılan alan kadar bir özgürlükte yaşayacaklar, ya da taşın altına elini koyacaklar. İşte bu nokta da karakterlerimiz taşın altına elini koymayı tercih ediyor ve cuntacılara karşı bir zafer kazanıyorlar. Burada 12 Eylül’ün abartıldığı kadar güçlü olmadığını, onu güçlü kılanın bizim korkularımız olduğunu, aslında cuntanın kâğıttan kaplan olduğunu görüyoruz. Bu tabii ki bizim düşüncemiz. Aksini iddia edenler de olacaktır.
3.Soru: Filminiz her ne kadar 80 döneminde geçiyor gibi görünen bir dönem filmi gibi görünse de aslında tek bir dönemin filmi olduğunu da söylemek doğru olmaz sanırım. Ne dersiniz?
Şükrü Üçpınar: Film zaman olarak 12 Eylül 1980’in Türkiye’sinde geçiyor. Ancak filmin ana esprisi başka bir cunta da, başka bir ülkede de yaşanabilirdi. Ancak filme başlarken bir gerçeği asla göz ardı etmedik; o da devlette süreklilik ilkesi ve faşizmin sürekliliğiydi. Filmin en dramatik sahnelerinden biri paralel olarak Yaşar ve Nimet Hemşire’nin kendi geçmişlerini anlattığı bölümdü. Bu sahnede görüyoruz ki Lale ile Sinan’ın başına gelenlerin bir benzeri bundan yıllar önce, farklı dönemler de Nimet Hemşire ve Yaşar’ın da başına gelmiş. Yaşar 6-7 Eylül olayları sırasında sevdiği kadını kaybederken, Nimet Hemşire ise 12 Mart döneminde sevdiği insanın ölümüne şahit oluyor. Aslında üç farklı aşka şahit oluyor ve bu üç aşkın üzerine faşizmin kara bulutları çöküyor. Bu sahne için farklı okumalarda mümkündür. Ama sahnenin en can alıcı noktası kanımca budur.
4.Soru:Oyuncu seçimi ve teklifi aşamasında ne gibi zorluklar yaşadınız? Oynatmayı istediğiniz tüm oyuncuları filminizde rol verme imkanınız oldu mu?
Şükrü Üçpınar: Projeyi hayata geçirirken doğrusunu söylemek gerekirse en zorlanmadan geçtiğimiz süreç oyuncu seçimiydi ve bir iki istisna dışında senaryoyu götürdüğümüz bütün oyuncular hiçbir maddi beklenti gözetmeden metnin etrafında toplandılar. Çekimlerin eylül ayında olması büyük bir sorundu. Ancak tüm oyuncular büyük bir özveri göstererek filmde yer aldılar. Neredeyse hepsinin filmimiz dışında bir dizisi veya oyunu vardı. Hatta Kovboy Ali’yi canlandıran Ferit Kaya aynı zamanda bir dizide ve tiyatro oyununda rol alıyordu. Filmde rol alan oyuncular dışında çalışmak istediğimiz başka oyuncularda var. Ancak karakterlere en uygun oyuncu kadrosunun bu olduğunu düşünüyoruz. Umarım onlarla da ilerleyen projelerde çalışma imkanı buluruz.
5.soru: Başka hayata geçirmeyi arzu ettiğiniz ya da çalışmaları süren hangi projeleriniz var?
Şükrü Üçpınar: Şu an “Bu Son Olsun” filminin devamı niteliğinde olan “Bari Bu Son Olsun” filmi üzerine çalışıyoruz. Onun dışında bu sefer politik aksiyon türünde olan ve 90’ların Türkiye’sinde gerçek bir hikâyeden esinlendiğimiz başka bir projemiz daha var. Bir aksilik olmazsa sırayla bu iki projeyi hayata geçireceğiz.
Bu Eleştiriyi Paylaşın!