Pan Am uçağı, Alman polis arabaları, Berlin’deki otel odası, kaset çalar ve Lorraine’in üzerine selobantla yapıştırdığı bol kablolu dinleme cihazı da anmaya değer unsurlardan. Filmin en z
Film, 1989’da Doğu ve Batı Berlin’de İngiliz ve Rus istihbarat örgütleri arasında geçen, ajanların listesini ele geçirenin kazanacağı mücadeleyi anlatıyor. Charlize Theron’un canlandırdığı Lorraine, görevi bittikten sonra amirleri tarafından sorgulanıyor ve bu mücadeleyi biz flash-back’lerle görüyoruz. Bu gidip gelmeler dikkatimizi dağıtsa da sorgulayanların tepkilerini görmek ve bize de biraz düşünme payı bırakması açısından elzem görülmüş. Nitekim, bu ‘ünlü’ listeyi ele geçirme üzerine kurulmuş film, amacını karmaşıklaştırarak bir kaçma kovalama ve hayatta kalma mücadelesine odaklanıyor. Bunu yaparken de istihbarat örgütü içindeki sızıntıları da tahmin ettiriyor. Bazı yorumlarda, Atomic Blonde kadın James Bond hikayesi olarak geçse de, bu çok doğru değil, çünkü Bond’daki zeka ve espriyle türlü hamlelerle sorunun üstesinden gelme Lorrain’de yok. Bununla birlikte, Lorraine’deki fiziki güç ve dayanıklılık da Bond'un kat kat üstünde.
Filmde, başından itibaren 1989’daki Berlin’in kültürüne, kıyafetten kitaba, müzikten sinemaya kadar tam anlamıyla vakıf oluyoruz. Hele, Tarkovski'nin Stalker filminin gösterildiği sinema salonu, mimarisi ve iç dekoruyla filmin en can alıcı platformlarından biri. Bunun yanında Doğu Berlin’deki karaborsa ortamındaki Jack Daniels, kot pantalon, walkman, güneş gözlükleri, kaset çalar ve özellikle gösterilen Machiavelli’nin Prens kitabı, filmdeki zengin ve üzerinde düşünülmüş görsel öğelerden. Ayrıca Pan Am uçağı, Alman polis arabaları, Berlin’deki otel odası, kaset çalar ve Lorraine’in üzerine selobantla yapıştırdığı bol kablolu dinleme cihazı da anmaya değer unsurlardan. Filmin en zengin ve övgüyü hak eden birinci yanı bu malzeme bolluğu.
Filmin övgüyü hak eden ikinci yanı da Charlize Theron’un ve karşısındakilerin dövüş sahnelerindeki performansı. Theron, Seth Meyers’ın Late Night programında dövüş sahnelerinde zorlandığını ve İngiliz istihbarat örgütü üyesini canlandırsa da, muhatapları Ruslar olduğu için bu sahneler çekilirken rol icabı içtiği votkaya ihtiyaç duyduğunu ve sahne makyajından dolayı çocuklarına sürekli ‘boya partisinde’ olduğunu söylediğini şaka yollu ima etmişti. Bunu dinledikten sonra filmi izleyince Theron’a hak vermemek elde değil. Zira, filmdeki bütün ajanlarda Quentin Tarantino filmlerinden hallice bir şiddet, dövüş ve gerçek üstü bir dayanıklılık var. Bu kısmıyla film, görsel anlamda misyonunu gerçekleştiriyor. Bunun yanında Almanca ve İngilizce müziklerle jenerik de dönemin ruhunu başarıyla yansıtıyor. Filmin sound track’i 1988 yapımı, New Order’ın Blue Monday şarkısı, ama filmden en akılda kalan şarkı, çok bilinen ‘Always Something There to Remind Me.’
Filmin yönetmeni David Leitch, bilinen bir yönetmen değil, zira bu, onun ikinci yönetmenliği. Leitch’in özgeçmişinden Brad Pitt’in ve Jean-Claude Van Damme’ın dublorlüğünü yaptığını öğrendikten sonra dövüş sahnelerindeki ilhamın kaynağı anlaşılıyor. Charlize Theron da filmin yapımcılarından biri. Film, bir diğer yapımcı Anthony Johnston ve Sam Hart’ın 2012’deki çizgi romanına dayanan senaryosunun yüzeyselliği ve karışıklığı nedeniyle, A serisinde olmamakla birlikte, dövüş filmleri sevenler için tatmin edici ve isminin hakkını da veriyor.
Bu Eleştiriyi Paylaşın!